TNT Forum Ana Sayfa
****DİKKAT****

*Forum Konularını görmeniz engellendi ya da Üye değilsiniz.*

Çok Değişik bir forum sizi bekliyor.Vakit kaybetmeden üye ol

Konulara ve incelemek için ÜYE OLUNUZ
TNT Forum Ana Sayfa
****DİKKAT****

*Forum Konularını görmeniz engellendi ya da Üye değilsiniz.*

Çok Değişik bir forum sizi bekliyor.Vakit kaybetmeden üye ol

Konulara ve incelemek için ÜYE OLUNUZ
TNT Forum Ana Sayfa
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

TNT Forum Ana Sayfa

her türlü-bilgi müzik paylaşımları
 
AnasayfaGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
En son konular
» Misafirler Bu konu başlıklarını Görüntüleyemez!!! Üye olduklarında açılıcaktır..
Kuran Ve Bilim Hakkinda... Icon_minitimePaz Tem. 25, 2010 2:39 pm tarafından Admin

» Misafirler Bu konu başlıklarını Görüntüleyemez!!! Üye olduklarında açılıcaktır..
Kuran Ve Bilim Hakkinda... Icon_minitimePerş. Tem. 22, 2010 11:50 pm tarafından Admin

» Tuttu-Tutmadı Oyunu
Kuran Ve Bilim Hakkinda... Icon_minitimeÇarş. Nis. 21, 2010 7:55 pm tarafından Admin

» MSN nick bulamadım gel burda var
Kuran Ve Bilim Hakkinda... Icon_minitimeCuma Tem. 03, 2009 10:00 pm tarafından mavilimww

» Nasıl buldun Forumuzu ?
Kuran Ve Bilim Hakkinda... Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 3:14 am tarafından Admin

» Yeni Üye Olanların Uyması Gereken Kurallar
Kuran Ve Bilim Hakkinda... Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 3:04 am tarafından Admin

» Yeşil Çamdan Kareler
Kuran Ve Bilim Hakkinda... Icon_minitimeCuma Haz. 19, 2009 6:47 pm tarafından Admin

» Forum isim önerileri
Kuran Ve Bilim Hakkinda... Icon_minitimePerş. Haz. 18, 2009 4:47 pm tarafından İclaL.EcriN

» KİŞİLİK
Kuran Ve Bilim Hakkinda... Icon_minitimePerş. Haz. 18, 2009 4:07 pm tarafından İclaL.EcriN

Tarıyıcı
 Kapı
 Indeks
 Üye Listesi
 Profil
 SSS
 Arama
Dost Siteler
www.dj-tnt.tr.gg
www.sellcenter.tr.gg
www.sellcenter.com
www.sellcenter2.com


Ortaklar
bedava forum

brothersoft.com



 

 Kuran Ve Bilim Hakkinda...

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin
Admin
Admin


Erkek Mesaj Sayısı : 309
Yaş : 38
Nerden : eskişehir
İş/Hobiler : müzik
Lakap : DJ_TNT
Rep Puanı : 240368
Kayıt tarihi : 13/11/08

Kuran Ve Bilim Hakkinda... Empty
MesajKonu: Kuran Ve Bilim Hakkinda...   Kuran Ve Bilim Hakkinda... Icon_minitimePaz Haz. 14, 2009 2:20 am

Kuran ve bilim konuları üzerinde uzun süredir devam eden bir karışıklığa da değinmek gerekiyor.
Bu karışıklık, bazı ateist "bilim adamları"nın Kuran'a önyargılı
biçimde yaklaşmalarından kaynaklanır. Allah'ın varlığına inanmayan,
dolayısıyla da Kuran'ın Hz. Muhammed tarafından "yazıldığını" öne süren
bu kişiler, Kuran'ın verdiği haberlerin mutlaka bilimle çelişeceği
noktasından hareket etmişlerdir. "6. yüzyılın bilgisi ile yazılan bir
kitap, elbette sürekli gelişen ve yeni doğrular bulan bilimle
çelişecektir" gibi bir mantık öne sürmüşlerdir. Böylesine bir önyargı
ile baktıkları Kuran ayetlerinin anlamlarını çarpıtarak, sözkonusu
iddialarına destek bulmayı denemişlerdir.

Buna karşılık bazı müslümanlar, bu karalamalara karşı savunma yapmaya
çalışırken, bir hataya düşerek, Kuran'ı bir "bilim kitabı"olarak
tanıtmaya başlamışlardır. Kuran'ın bilimle çelişmediğini ispatlamaya
çalışırken, neredeyse tüm bilimin Kuran'ın içinde olduğunu
söylemişlerdir. Hatta, bilimsel gelişme için, formüllerle ya da
deneylerle uğraşmak yerine, Kuran'ın daha derin araştırılmasının daha
faydalı olduğunu öne sürenler olmuştur.

Oysa, Kuran ayetlerinden anladığımıza göre, Kuran bir "bilim
kitabı"değildir. Bilime öncülük etmek, kimya formülleri aktarmak ya da
kuantum fiziği öğretmek için indirilmemiştir.

Kuran'ın ne amaçla indirildiğini ayetler şöyle açıklıyor:

"Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları
karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman
için sana indirdik." (İbrahim Suresi, 1)

"(Kuran) Temiz akıl sahipleri için bir hidayet rehberi ve bir zikirdir." (Mümin Suresi, 54)

Kısacası Kuran, müminlere rehber olmak üzere indirilmiştir. Onları
"karanlıklardan aydınlığa" yani inkardan imana çıkaracak ve onlara
Allah'a nasıl kulluk edeceklerini, O'nun rızasını nasıl arayacaklarını
açıklayacaktır.

"Rehber" olma özelliği, müminin karşılaşacağı olaylarla ilgili özlü
bilgileri aktarmayı da içerir. Diğer deyişle Kuran, müminin tüm
ibadetlerini nasıl yapacağını açıklar.

Müminin ibadetleri ise iki türlüdür: Namaz, oruç gibi doğrudan Allah'a
karşı yapılan ibadetler ve "iyiliği emredip-kötülüğü engellemek" olarak
özetlenebilecek olan ve toplum içinde gerçekleştirilecek ibadetler.

Bu yüzden Kuran, mümine, "iyiliği emredip, kötülükten sakındırırken"
yani dini anlatırken ve dinin düşmanlarına karşı mücadele ederken ne
gibi yöntemler izlemesi gerektiğini anlatır. Bunun yanında, ne tür
insanlarla ve toplumlarla karşılaşacağını tarif eder. Sayısız ayette
"De ki..." ve "Derler ki..." ifadeleriyle başlayan cümleler, müminlerin
diğer insanlarla nasıl bir diyalog içine gireceğini anlatır.

Ama bunlardan yola çıkıp "Kuran bir sosyoloji kitabıdır" ya da "Kuran
bir psikoloji kitabıdır" diyemeyiz. Çıkarılacak sonuç, Kuran'ın,
kendisini rehber edinen müminlere, Allah'a yakınlaşma ve Allah yolunda
mücadele için girişecekleri çabada yardımcı olmak üzere psikolojik ve
sosyolojik bilgiler verdiğidir. Bu bilgilerin, hiç bir sosyoloji ya da
psikoloji kitabında verilemeyecek kadar özlü ve doğru olduğunu,
müminler, yaşadıkları tecrübelerden bilirler.

Kuran aynı şekilde, "dünyaya nizam verme"gibi bir misyon da yüklenmiş
olan müminlere, politik bilgiler verir. Dünyada etkin "güç odakları"nı
tarif eder. Müslümanlara kimin düşmanlık besleyeceğini bildirir.
Dünyadaki bozgunculuğun ardında kimlerin var olduğunu açıklar. Ama
bundan da "Kuran bir siyaset bilimi kitabıdır" sonucu çıkmaz. Kuran bu
bilgileri, müminlere "rehberlik" etmek için vermektedir. Aynı şey,
Kuran'ın verdiği tarihsel bilgiler için de geçerlidir: İnsanlık tarihi
elbette Kuran'dan öğrenilmez ama Kuran, tarihin en önemli anahtarlarını
vermekte, müminlerle dine düşman olanlar arasındaki mücadelenin
tarihteki yerinden bahsetmektedir.

Aynı kıstas, kuşkusuz bilim için de geçerlidir: Bilim, araştırma ve
deney sonuçlarından elde edilir. Bu zaten, Allah'ın "yerde ve gökte"ki
ayetlerinin incelenmesi için verilen Kuran emrinin de bir gereğidir.
Ama Kuran'dan kimya formülleri çıkarmaya çalışmak kuşkusuz hata
olacaktır. Kimya formülleri, müminin "ibadetleri" açısından doğrudan
bir önem taşımamaktadır ki, Kuran'da açıklansın. Bunu araştırmak
kimyacıların işidir. Ve kuşkusuz gereklidir, ama laboratuarda
yapılacaktır.

Bunun yanında, Kuran ayetleri gerçekten de bazı bilimsel gerçeklere
değinir. Çünkü mümin, nasıl bir "siyaset bilimcisi"olmasa da girişeceği
çaba nedeniyle politik ortamı bilmesi gerekiyorsa; "bilim adamı" olmak
zorunda olmasa da, Allah'ın yarattıklarını tanıma açısından bilime
aşina olmalıdır. Bu nedenle Kuran, evrenin yaratılışı, insanın doğumu,
atmosferin yapısı gibi bazı konularda temel bilgiler verir. Bu
konularda verilen bilgilerin, modern bilimin son bulgularıyla uyum
içinde olması ise, Kuran'ın "insan yazması"olmadığını bir kez daha
ortaya koyması açısından önem taşımaktadır.



BIG BANG (BÜYÜK PATLAMA)

Bu yüzyılda elde edilen bazı veriler, evrenin "yok"iken "var" hale
geldiğini göstermiştir. Buna göre, evrenin bir başlangıcı vardır ve bu
başlangıç Big Bang adı verilen bir "Büyük Patlama" ile gerçekleşmiştir.
Bugün Big Bang Teorisi, bilim çevrelerinin büyük bölümünde kabul
görmektedir.

Bu teoriye göre, evrenin tüm materyali yaklaşık 15 milyar yıl önce tek
bir noktada toplanmıştı. Bu tek nokta sonsuz bir yoğunluk ve sonsuz bir
ısı anlamına geliyordu. Yoğunluk sonsuzdu ama bir hacmi yoktu. İşte
Büyük Patlama'dan önceki bu dönem (ki buna dönem demek zordur; madde
olmadığı için zaman da yoktur) evrenin olmadığı, herşeyin "yok"olduğu
dönemdi. Teoriye göre, büyük bir patlama ile sonsuz yoğunluktaki
birikim büyük bir hızla dağılmaya başlamıştır. Bir başka deyişle Büyük
Patlama ile, evren "yok" iken, "varolmaya" doğru yola çıkmıştır.

Bugün, evrenin sürekli olarak genişlemekte olduğunun ispatlanması Büyük Patlama’nın en büyük delili olarak kabul edilir.

"Bugün artık galaksilerin her yöne doğru bizden uzaklaştığını
biliyoruz. Kozmolojistler evreni şişen bir balonun yüzeyi gibi
düşünürler. Şüphesiz gerçek uzay, balonun yüzeyi gibi 2 değil 3
boyutludur ve her yöne doğru genişler." (New Scientist, 26 Eylül 1987)

Gök cisimlerinin kaçma hızı uzaklık arttıkça artmaktadır. Örneğin,
bizden bir milyar ışık yılı uzaklıktaki Ursa-Major Takım Yıldızı, her
saniye dünyadan 1.500 kilometre uzaklaşırken, çok daha uzak olan Hidra
Takım Yıldızı’nın uzaklaşma hızı saniyede 6.000 kilometredir.

Evren genişlediğine göre bu genişlemenin başladığı bir an olması
gerekir. "Bu genişlemeyi tersine doğru düşünür ve evrenin gelişmesini
zaman içinde geriye doğru çekersek o zaman her şey, 15 milyar yıl kadar
önce sonsuz yoğunlukta tek bir matematiksel noktada, tekillikte
toplanacaktır."(New Scientist, 12 Mayıs 1988, sf. 52)

Big Bang teorisinin en büyük önemi, evrenin bir başlangıcı olduğunu
ispatlamasıdır. Bunun yanısıra, pek çok kimsenin düştüğü bir yanılgıya
da değinmek gerekir: Çoğu kişi, Allah'ın evreni Big-Bang ile -veya
başka bir şekilde- yarattığını fakat bundan sonraki olayların "kendi
kendine" işlediğini zanneder. Bu mantığa göre, Allah yalnızca "ilk
hareket"i yaratmıştır ve evren birbiri ardına dizili domino taşları
gibi kendiliğinden oluşmuştur. Oysa bu düşünce kökten yanlıştır.
Big-Bang, evrende bildiğimiz, hesaplayabildiğimiz ilk harekettir.
Evrenin bu patlama sebebiyle oluşması ve yaşadığımız büyük dengenin
kendi kendini oluşturmuş olması düşünülemez. Hiç bir kuralı olmayan bir
patlama sonucu dağılan parçacıkların, galaksileri, yıldız sistemlerini
ve içinde dünyamızın yer aldığı Güneş sistemini kendi kendine
oluşturduğu gibi bir sonuca varılamaz. Tek bir atomun bile, içerdiği
olağanüstü sistemlerle kendi kendine şekillenmesi düşünülemezken koca
bir evrenin bir patlamanın "kudretiyle" oluştuğunu söylemek akıldışı
bir yaklaşımdır. Bunların hepsi de yine Allah'ın ilmiyle
gerçekleşmiştir. Nitekim Kuran'da Allah'ın önce "gökleri" yarattığını,
daha sonra yeryüzünü düzenlediği, onda dağları varettiği ardından
atmosferi düzenlediği, en sonra da canlıları var ettiği
bildirilmektedir. Aynı şekilde, Kuran ayetleri Allah'ın evrendeki tüm
varlıkları sürekli yönettiğini bildirmektedir:

"Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti
altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, kendisinden
sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim'dir, bağışlayandır."
(Fatır Suresi, 41)

"Sizi diri tutan, sonra öldürecek, sonra da diriltecek olan O'dur. Gerçekten insan pek nankördür." (Hac Suresi, 66)

"Gökten yere her işi O evirip düzene koyar..." (Secde Suresi, 5)

"Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir,
bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın her şeye güç
yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle her şeyi kuşattığını
bilmeniz, öğrenmeniz için." (Talak Suresi, 12)

Big Bang, evrenin başlangıcıyla ilgili bugün için en tutarlı teori
olarak bilinmektedir. Çeşitli itirazlar gelmesine rağmen bunlar Big
Bang sonrası evrenin oluşumuyla ilgilidir ki bu konu zaten oldukça
karmaşıktır. Atomların, yıldızların, galaksilerin hangi sebep-sonuç
ilişkileri içinde yaratıldıkları bugün tam olarak bilinmemektedir. Ama
kuşkusuz Allah’ın, insanı bir su damlasını sebep kılarak yarattığı
gibi, evreni de sebepler zinciri içinde yaratmış olduğu düşünülebilir.
Ve bu sebebin çıkış noktası bir patlama veya başka birşey olabilir. Ama
hiçbir aşama Allah’tan bağımsız kendi kendine oluşmamıştır. Ve sonuçta
oluşan mükemmellik onun üstün ilmi ve kudretini gözler önüne
sermektedir.

Tüm evren, bu evrenin ucunda bir yerde yaşayan insanoğluna yararlı
kılınmıştır. Kuran, 'Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize
verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz
bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.' (Nahl
Suresi, 12) ayetiyle buna dikkat çeker.

Ve önceden de söylediğimiz gibi, Kuran'da evrenin ve dünyanın
yaratılışı ile ilgili tüm Kuran haberleri, bilim aracılığıyla bulunan
gerçeklere uygundur. Aşağıda bu konuyla ilgili bazı örnekler yer alıyor.



EVRENİN GENİŞLEMESİ

20. yüzyıla gelene kadar tek bir bilim adamı dahi evrenin genişlemekte
olduğu yönünde bir teori ortaya atmamış, hatta, belki de böyle bir
olayı aklından geçiren dahi olmamıştı. Stephan Hawking, evrenin
genişlemesinin farkedilmesini 20. yüzyılın en büyük olaylarından biri
olarak niteledikten sonra, bu olayın bugüne gizli kalmasından duyduğu
şaşkınlığı şöyle dile getirir: 'Evrenin genişlemekte olduğunun ortaya
çıkarılışı 20. yüzyılın en büyük düşünsel devrimlerinden biridir. Bu
günden geçmişe bakıldığında kimsenin bunu neden daha önce akıl
etmediğine şaşmamak elde değil.'

Oysa Allah’ın, 600’lü yıllarda vahyettiği kitabında, Allah'ın evreni
yarattığını ve de onu "genişlettiği" bildirilmektedir. Konuyla ilgili
ayet şöyle demektedir:

"Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz. Biz, (onu) genişleticiyiz." (Zariyat Suresi, 47)


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.dj-tnt.tr.gg
Admin
Admin
Admin
Admin


Erkek Mesaj Sayısı : 309
Yaş : 38
Nerden : eskişehir
İş/Hobiler : müzik
Lakap : DJ_TNT
Rep Puanı : 240368
Kayıt tarihi : 13/11/08

Kuran Ve Bilim Hakkinda... Empty
MesajKonu: Geri: Kuran Ve Bilim Hakkinda...   Kuran Ve Bilim Hakkinda... Icon_minitimePaz Haz. 14, 2009 2:22 am

EVRENDEKİ KUSURSUZLUK

"O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' içinde yedi gök yaratmış olandır.
Rahman'ın yaratmasında hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk' göremezsin.
İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve
çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o
göz umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir." (Mülk
Suresi, 3-4)

Evrendeki milyarlarca yıldız ve galaksi mükemmel bir uyum içinde
kendileri için tesbit edilmiş yörüngelerinde hareket eder. Yıldızlar,
gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı oldukları
sistemlerle birlikte dönerler. Hatta bazen içinde 200 -300 milyar
yıldız bulunan galaksiler birbirinin içinden geçip giderler. Bu
geçişte, evrendeki büyük düzeni bozacak herhangi bir çarpışma olmaz.

Evrende hız kavramı dünya ölçüleriyle karşılaştırıldığında akıl
durduracak boyutlardadır. Milyarlarca, trilyonlarca ton ağırlığındaki
yıldızlar, gezegenler ve sayısal değerleri ancak matematikçilerin
anlayabileceği büyüklükteki galaksiler ve galaksi kümeleri uzay içinde
korkunç bir süratle hareket ederler.

Örneğin, dünya saatte 1670 km. hızla kendi ekseni çevresinde döner.
Bugün en hızlı merminin saatte ortalama 1.800 km.lik bir sürate sahip
olduğu düşünülürse dünyanın dev boyutlarına rağmen süratinin ne denli
büyük olduğu anlaşılır.

Dünyanın güneş etrafındaki hızı ise merminin yaklaşık 60 katıdır:
saatte 108.000 km. (Böylesine büyük bir süratle yol alabilen bir araç
yapılabilseydi dünyanın çevresini 22 dakikada dolaşacaktı.)

Verdiğimiz bu sayılar sadece dünya içindir. Güneş sistemi ise daha da
ilginçtir. Bu sistemin sürati mantık sınırlarını zorlayacak
derecededir. Evrende sistemler büyüdükçe sürat artar. İşte güneş
sisteminin galaksi merkezi etrafındaki dönüş sürati: -Saatte tam
720.000 km., 200 milyar yıldızı bünyesinde bulunduran "Samanyolu
Galaksisi"nin uzay içindeki hızı ise saatte 950.000 km. dir

Bu başdöndürücü hız, aslında dünya üzerindeki yaşamımızın pamuk
ipliğine bağlı olduğunu gösterir. Böylesine karmaşık ve hızlı bir
sistem içinde dev kazaların oluşması normalde oldukça mümkündür. Ancak,
ayette dendiği gibi, tüm bu sistem içinde hiç bir 'çelişki ve
uygunsuzluk' yoktur. Çünkü evren de, her şey gibi, "başıboş"değildir ve
Allah'ın koyduğu dengeye göre işlemektedir.


YÖRÜNGELER VE DÖNEN EVREN

Evrendeki büyük dengenin en önemli nedenlerinden biri, kuşkusuz gök
cisimlerinin belirli bir yörünge izliyor olmasıdır. Bu yörüngelere,
yakın zamana kadar bilinmediği halde, Kuran'da da dikkat çekilmiştir:

"Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur; her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler." (Enbiya Suresi, 33)

Gerçekten de yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında,
hem de bağlı bulundukları sistemle birlikte dönmekte, evren bir
fabrikanın dişlileri gibi düzenli çalışmaktadır.

Evrendeki yörüngeler sadece bazı gök cisimlerinin hareketi değildir.
Güneş sistemimiz hatta diğer galaksiler, başka merkezler etrafında
büyük bir hareketlilik gösterirler. Dünya ve onunla birlikte Güneş
Sistemi her yıl, bir önceki yerinden 500 milyon kilometre uzakta
bulunur.

Gök cisimlerinin yörüngelerinden en ufak bir sapmanın bile sistemi
altüst edecek kadar önemli sonuçlar doğurabileceği hesaplanmıştır.
Örneğin dünya yörüngesinde, normalden fazla veya eksik 3 milimetrelik
bir sapma bakın nelere yol açabilirdi:

"Dünya güneş çevresinde dönerken öyle bir yörünge çizer ki her 18 milde
doğru bir çizgiden ancak 2.8 mm ayrılır. Dünyanın çizdiği bu yörünge
kıl payı şaşmaz, çünkü; yörüngeden 3mm'lik bir sapma bile büyük
felaketler doğururdu: sapma 2.8 yerine 2.5 mm olsaydı yörünge çok geniş
olurdu ve hepimiz donardık, sapma 3.1 mm olsaydı hepimiz kavrularak
ölürdük." (Bilim ve Teknik, Temmuz 1983)

Gök cisimlerinin bir başka özelliği de, yörüngelerinin dışında bir de
kendi etraflarında dönmeleridir. "Dönüşlü olan göğe andolsun." (Tarık,
11) ise tam da bu gerçeğe işaret eder.
GÜNEŞ

Dünyadan 150 milyon km. uzakta olmasına rağmen, güneş bizim için gerekli olan enerjiyi kesintisiz olarak ulaştırır.

Bu dev enerjili gök cisminde hidrojen atomları devamlı olarak helyuma
çevrilmektedir. Her saniye 616 milyar ton hidrojen, 612 milyon ton
helyuma çevrilmektedir. Bu esnada dışarı salınan enerji 500 milyon
hidrojen bombasının patlamasına denktir.

Dünyada hayat güneşten gelen enerjiyle sağlanır. Yeryüzündeki dengenin
devamı ve canlılık için gereken enerjinin % 99 'u güneşten sağlanır.
Söz konusu enerjinin yarısı gözle görünür ve ışık olarak alınır. Geriye
kalan enerjinin büyük bir kısmı gözle görülmeyen, ama sıcaklık
biçiminde ortaya çıkan kızılötesi ışınlardır.

Güneşin bir özelliği de çan gibi genleşip salınmasıdır. Bu olay her beş
dakikada bir tekrarlanmakta güneşin yüzeyi bu sırada saatte 1080 km
hızla, 3 km. kadar bize doğru ilerleyip sonra geri dönmektedir.

Güneş, Samanyolu'nu oluşturan 200 milyar yıldızdan biridir. Dünyadan
325.500 defa büyük olmasına rağmen, evrendeki küçük yıldızlardan
sayılmaktadır. Çapı 125 bin ışık yılı olan Samanyolu'nun merkezine 30
bin ışık yılı uzaklıktadır. ( 1 ışık yılı= 9.460.800.000.000 km.)



GÜNEŞİN YOLCULUĞU

"Güneş de, kendisi için (tesbit edilmiş) olan bir müstakarra (karar
yerine) doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan, bilenin
takdiridir." (Yasin Suresi, 38)

Astronomların hesaplarına göre güneş, içinde bulunduğu galaksinin
hareketi nedeniyle, Solar Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega
Yıldızı'na doğru saatte 720.000 km.’lik bir hızla yolculuk etmektedir.
(Bu, kaba bir hesapla güneşin günde 720.000x24=17.280.000 km. yol
katettiğini gösterir. Tabi ona bağlı olan dünyamızın da...)



YEDİ KAT YER - YEDİ KAT GÖK

"Allah yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı..." (Talak Suresi, 12)

Dünya atmosferinin yapısı, Kuran'ın işaret ettiği gibi, başlıca yedi
bölümden meydana gelir. Atmosferde katları birbirinde ayıran yüzeyler
bulunmaktadır. Encyclopedia Americana'nın (9/188) verdiği bilgiye göre,
sıcaklığa bağlı olarak yerden itibaren şu katlar sıralanır.

1.Kat - Troposfer: Kalınlığı kutuplarda 8 km. ekvatorda 17 km'ye kadar
ulaşır. Bu kat bulutların büyük bir bölümünü kapsar. Sıcaklık
yükseltiye bağlı olarak kilometrede 6.5°C azalır.Bu katmanın tropopoz
diye adlandırılan ve hızlı hava akımlarının olduğu kısımda sıcaklık
-57°C’de sabit kalır.

2.Kat - Stratosfer: 50 km yüksekliğe ulaşır. Burada mor ötesi ışınlar
soğurulduğu için ısı açığa çıkar ve sıcaklık 0°C’ye kadar yükselir. Bu
soğurma sırasında ısının yanında dünya için hayati önem taşıyan ozon
tabakası da ortaya çıkar.

3.Kat - Mezosfer: Yüksekliği 85. km'ye kadar çıkar. Burada sıcaklık -100 C’ye iner.

4.Kat - Termosfer: Sıcaklık giderek yavaşlayan bir tempoda artar.

5.Kat -İyonosfer:Bu bölgedeki gazlar iyon halinde bulunur. Radyo
dalgalarının iyonosfer tarafından tekrar dünyaya gönderilmesi sayesinde
yeryüzündeki iletişim sağlanır.

6.Kat - Ekzosfer:500 ila 1000. km'nin ötesinde, özellikleri tamamen güneşin etkinliklerine göre değişen tabakadır.

7.Kat - Manyetosfer: Burası dünyanın manyetik alanın kapladığı büyük
bir boşluğu andıran alandır. Enerji yüklü atom altı parçacıklar Van
Allen Kuşakları olarak adlandırılan bölgelerde tutulur.

Aynı kaynakta sayıldığı üzere yer kabuğunun katmanları da 7 bölümden oluşur:

1.Kat Litosfer(su)

2.Kat Litosfer(kara)

3.Kat Astenosfer

4.Kat Üst manto

5.Kat Alt manto

6.Kat Dış çekirdek

7.Kat İç çekirdek



DÜNYANIN HAREKETİ

"Dağları görürsün de, onları donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların
sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Her şeyi sapasağlam ve yerli yerinde
yapan Allah’ın sanatıdır (bu)." (Neml Suresi, 88)

Kuran, dünya merkezli bir evren modelinin benimsendiği bir çağda,
dünyanın aslında bulutlar gibi hareket eden bir cisim olduğunu
belirtmektedir. Ayette dünya kelimesi yerine dağ kelimesinin yer alması
da ilgi çekicidir. Çünkü dağlar dünyadaki sabitliğin simgesidir. Sabit
gibi gözüken dağların hareket etmesi demek dünyanın hareket halinde
olması demektir.



DÜNYANIN YUVARLAKLIĞI

Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne
sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor. (Zümer Suresi,
5)

Kur’an’ın evreni tanıtan ayetlerinde kullanılan ifadeler oldukça dikkat
çekicidir. Üstteki ayette "sarıp örtmek" olarak tercüme edilen arapça
kelime "tekvir"dir. Bu kelimenin arapça karşılığı yuvarlak birşeyin
üzerine bir cisim sarmaktır. (Örneğin Arapça sözlüklerde başa sarık
sarma gibi yuvarlak cisimleri içeren fiiller için bu kelime
kullanılır). Dolayısıyla gecenin gündüzü tekvir etmesi ancak yeryüzünün
yuvarlak olmasıyla mümkündür.



DAĞLARIN DEPREMLERİ ENGELLEMESİ

"O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda
da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her
canlıdan türetip yayıverdi..." (Lokman Suresi, 10)

"Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık?" (Nebe Suresi, 6-7)

Jeolojinin dağlar hakkında söyledikleri yukarıda verdiğimiz ayetlerle
tam bir paralellik içindedir. Dağların özelliklerinden biri
yeryüzündeki büyük yer tabakalarının uçlarında yükselmesi ve bu
tabakaları birbirine bağlamasıdır. Bu özellikleriyle dağlar tahtaları
birarada tutan çivilere benzetilmektedir. Bunun yanında dağların
yerkabuğunda yaptığı basınç, dünyanın merkezindeki mağma hareketlerinin
etkisinin yeryüzüne ulaşarak yerkabuğunu parçalamasına engel olurlar.



YARATILIŞTAKİ ÇİFTLER

"Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha
bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok)
yücedir." (Yasin Suresi, 36)

Erkeklik dişilik, "çift" kavramının bir karşılığı olmakla birlikte,
ayette bahsedilen "bilmedikleri nice şeylerden" ifadesi daha geniş bir
anlam içeriyor. Nitekim maddenin çiftler halinde yaratıldığını ortaya
koyan İngiliz bilimadamı Paul Dirac, 1933 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü
kazandı. "Parité" adı verilen bu buluş, maddenin anti madde denilen bir
çifti olduğunu ortaya koymuştur. Anti-madde, maddenin tersi özellikler
taşır. Örneğin maddenin tersine anti-maddenin elektronları artı,
protonları da eksi yüklüdür.



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.dj-tnt.tr.gg
Admin
Admin
Admin
Admin


Erkek Mesaj Sayısı : 309
Yaş : 38
Nerden : eskişehir
İş/Hobiler : müzik
Lakap : DJ_TNT
Rep Puanı : 240368
Kayıt tarihi : 13/11/08

Kuran Ve Bilim Hakkinda... Empty
MesajKonu: Geri: Kuran Ve Bilim Hakkinda...   Kuran Ve Bilim Hakkinda... Icon_minitimePaz Haz. 14, 2009 2:23 am

DENİZLERİN BİRBİRİNE KARIŞMAMASI

"Birbirleriyle kavuşup karşılaşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi
arasında bir engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırı geçmezler."
(Rahman Suresi, 19-20)

Yukarıdaki ayette, bilinen iki su kütlesinin birbirleriyle karşılaşıp
birleştiği fakat bir engel sebebiyle karışmadıkları vurgulanmaktadır.
Bu nasıl olabilir? Normalde beklenen iki denizin birbirleriyle
karşılaştığında sularının karışarak hem tuzluluk oranlarının hem de
ısılarının eşitlenmeye doğru gitmesidir. Oysa olay böyle olmamaktadır.
Örneğin Akdeniz ve Atlas Okyanusu, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu
birbirleriyle görsel olarak birleşseler de suları birbirine
karışmamaktadır. Bunun sebebi aralarındaki bir engeldir. Bu engel ise
"yüzey gerilimi kanunu" olarak bilinen olaydır.



DEMİRDEKİ İKİ ŞİFRE

Demir dünyamızda en çok bulunan dört elementten biridir ve çağlar
boyunca insan için en hayati madenler arasında yer almıştır. Demirden
bahseden Hadid (demir) Suresi’nin 25. ayeti şöyledir:

"Demiri de indirdik. Onda büyük bir kuvvet ve insanlar için fayda vardır."

Bu ayet ise oldukça ilginç olan iki matematiksel şifre taşımaktadır.

El-Hadid (belirli demir), Kuran'ın 57'nci suresidir. "El-Hadid"
kelimesinin harflerinin sayısal değerleri toplandığında (ebced hesabı)
karşımıza çıkan rakam da aynıdır: 57.

Sadece "Hadid" (demir) kelimesinin ebced değeri ise 26’dır. 26 sayısı demirin atom numarasıdır.

ZAMANIN FARKLILAŞMASI



Einstein'ın "rölativite kuramı"na göre zaman sabit bir ölçü değildir.

Hıza bağlı olarak uzayıp kısalır. Kuran, "bir günü elli bin yıl" olan

ve yine "bir günü bin yıl" olan farklı farklı zaman birimlerinden

bahsederek, zamanın rölatif (göreceli) bir kavram olduğunu,

Einstein'dan yüzyıllar önce açıklamaktadır.



"Melekler ve ruh ona süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir." (Mearic Suresi, 4)



"Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin

saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir." (Secde

Suresi, 5)
KARANLIĞIN YARATILMASI





"Görmediler mi, biz geceyi onda sükun bulmaları için, gündüzü de


aydınlık(la görsünler) diye yarattık. Şüphesiz, iman eden bir kavim


için bunda ayetler vardır." (Neml Suresi, 86)





Dikkat edilirse ayet gecenin özel olarak yaratıldığını bildirmektedir.


Bundan birkaç sene öncesine kadar bilimadamları evrendeki yıldız


sayısını ve ürettikleri ışığı hesapladıklarında evrenin aslında sürekli


aydınlık olması gerektiği sonucuna varmışlar ve karanlığın sebebini


anlayamamışlardı. Bu konu ancak karadeliklerin keşfiyle açıklığa


kavuştu. Çünkü evrenin her yerine dağılmış olan karadelikler, sahip


oldukları korkunç çekim alanlarıyla yıldızların ürettiği ışınları büyük


ölçüde yutmakta ve karanlığa sebep olmaktadır. Bir başka deyişle,


karanlık özel olarak üretilmekte, ya da "yaratılmaktadır".











KARADELİKLER





Yakıtı tükenen yıldızın içine doğru büzülmesi ve en sonunda, yıldız


yerine sınırsız bir yoğunlukta ve sıfır hacimde korkunç bir çekim


alanın ortaya çıkmasıyla oluşan karadeliklere Kuran şöyle işaret


etmektedir:





"Hayır, yıldızların yerlerine yemin ederim. Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir." (Vakıa Suresi, 75-76)





Ayette yıldızların yerlerinin büyük bir gücü temsil ettiği özellikle


vurgulanmıştır. Karadeliklerin yıldızların yerlerinde belirmeleri ve


sahip bulundukları büyük çekim gücü düşünülürse ayetin anlamı


anlaşılacaktır









AYIN YÖRÜNGESİ





"Ay'a gelince, biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik;


sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). Ne güneşin aya


erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her


biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir." (Yasin Suresi, 39-40 )





Ay yörüngesinde seyrederken dünyanın bazen önüne bazen arkasına geçer.


Aynı zamanda dünyayla birlikte güneşin etrafında da döndüğünden uzayda


sürekli "S" harfi benzeri bir yörünge çizer. Ayın uzaydaki bu


yörüngesinin şekli, kurumuş hurma ağacı dalına oldukça benzemektedir





Ay dünyanın etrafında saatte 3659 km gibi büyük bir hızla hareket eder.


Ay, ancak bu yüksek hızı nedeniyle dünyanın kuvvetli çekim gücünden


korunabilmektedir. Ay, hızının daha yavaş olması halinde dünyaya


çarpabilecek, daha hızlı olması durumunda ise uzaya savrulacaktı.





Ayın büyüklüğü ve dönüş hızı dünyayı etkilemekte ve gel-git dediğimiz


olaya sebep olmaktadır. Ayın çekim kuvvetinin biraz daha fazla olması


halinde dünyanın büyük bölümü bir anda sular altında kalabilirdi.

DÜNYANIN KORUNMUŞ TAVANI:

ATMOSFER VE VAN ALLEN KUŞAKLARI





Biz çoğunlukla pek farkında olmayız, ama her gezegene olduğu gibi


dünyaya da çok sayıda göktaşı düşmektedir. Diğer gezegenlere


düştüklerinde dev kraterler açan bu göktaşlarının dünyaya zarar


vermemelerinin nedeni, gezegenimizi saran atmosferin düşmekte olan


göktaşlarına karşı büyük bir direnç göstermesidir. Göktaşı bu dirence


fazla dayanamaz ve sürtünmeden dolayı yanarak büyük bir kütle kaybına


uğrar. Böylece, büyük felaketlere yol açabilecek bu tehlike, atmosfer


sayesinde savuşturulmuş olur.





Kuran, atmosferin yaratılışındaki bu özelliği şöyle ifade ediyor:





"Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık, onlar ise bunun ayetlerinden yüz çevirmektedirler." (Enbiya Suresi, 32)





Gökyüzünün "korunmuş bir tavan" oluşunun en önemli örneklerinden biri


dünyayı saran manyetik alandır. Atmosferin en üst tabakası "Van Allen"


adı verilen bir manyetik kuşaktan oluşur. Bu kuşak dünyanın


çekirdeğinin sahip olduğu özellikler nedeniyle ortaya çıkmıştır.





Çekirdek, demir ve nikel gibi manyetik özelliği olan ağır elementleri


içerir. Ancak bunlardan daha önemlisi çekirdeğin iki farklı yapıdan


oluşmuş olmasıdır: İç çekirdek katı, dış çekirdek ise sıvı haldedir.


Çekirdeğin bu iki katmanı birbiri etrafında hareket eder. Bu hareket


ağır metaller üzerinde bir çeşit mıknatıslanma etkisi yaparak bir


manyetik alan oluşturur. İşte Van Allen Kuşakları bu manyetik alanın,


atmosferin en dışına kadar ulaşan bir uzantısıdır. Bu manyetik alan


sayesinde dünya, uzaydan gelebilecek olan tehlikelere karşı korunmuş


olur.





Bu tehlikelerin en önemlilerinden biri, "Güneş rüzgarları"dır. Güneş,


dünyaya ısı ve ışıktan başka, radyasyon ile beraber saatteki hızı 1.5


milyar kilometreyi bulan, proton ve elektronlardan oluşan bir rüzgar da


gönderir.





Güneş rüzgarları, dünyanın 40.000 mil uzağında manyetik halkalar çizen


Van Allen Kuşakları'ndan geçemezler. Parçacık yağmuru şeklindeki Güneş


rüzgarı, bu manyetik alanla karşılaşır ve ayrılarak bu alanın


çevresinden akar.





Güneşten gelen X ve ultraviyole ışınlarının büyük bölümü ise atmosfer


tarafından emilmektedir. Bu emilme olmadan, yeryüzünde hayat olması ise


mümkün değildir.





Etrafımızı saran atmosferik kuşaklar, sadece zararsız orandaki ışınlar,


radyo dalgaları ve görünür ışığın dünyamıza ulaşmasına imkan verecek


bir geçirgenliğe sahiptirler. Eğer atmosferimiz bu geçirgenlik


özelliğinden yoksun olsaydı, ne haberleşme dalgalarını kullanabilir, ne


de canlılığın temeli olan gün ışığını bulabilirdik.





Dünyayı saran ozon tabakası da Güneş’ten gelen ve canlılar için zararlı


olan morötesi ışınların yere kadar ulaşmasını önlemektedir. Güneş'ten


gelen ultraviyole ışınları yeryüzündeki tüm canlıları öldürecek kadar


fazla enerji yüklüdürler. Bu nedenle, dünyada yaşamın var olabilmesi


için, gökyüzünün "korunmuş tavan"ına bir de ozon tabakası eklenmi?tir.





Ozon, oksijenden üretilir. Oksijen gazının (O2) moleküllerinde 2


oksijen atomu bulunurken, ozon gazının (O3) moleküllerinde 3 oksijen


atomu bulunur. Güneş'ten gelen ultraviyole ışınları, oksijen gazına bir


atom daha ekleyerek ozonu oluştururlar. Ve ultraviyole sayesinde oluşan


ozon tabakası, öldürücü ultraviyole ışınları tutarak yeryüzünde yaşamın


en temel şartlarından birini oluşturur.





Kısacası; eğer dünya çekirdeğinin manyetik alan oluşturacak bir


özelliği olmasaydı, atmosfer zararlı ışınları süzecek yapı ve


yoğunlukta olmasaydı, kuşkusuz dünya üzerinde yaşam sözkonusu olamazdı.


Ve kuşkusuz hiçbir insanın ya da başka bir canlının bunları düzenlemesi


de mümkün değildir. Açıktır ki, insanın yaşamı için "olmazsa olmaz"


şartlar olan bu koruyucu özellikler, Allah tarafından var edilmiş ve


gök, "korunmuş bir tavan" olarak yaratılmıştır.





Başka gezegenlerin bu tür "korunmuş tavan"lardan yoksun olması,


dünyanın insan yaşamı için özel olarak yaratıldığının bir başka


göstergesidir. Örneğin, Mars gezegeninin çekirdeği katıdır ve bu


nedenle etrafında da manyetik bir koruma söz konusu değildir. Mars'ın


büyüklüğü dünyanınki kadar olmadığı için çekirdekte sıvı kısmı


oluşturacak kadar bir basınç doğuramamıştır. Ayrıca gezegenin uygun


büyüklükte olması da manyetik alan için yeterli değildir. Örneğin,


Venüs'ün çapı yaklaşık dünyanınki kadardır. Kütlesi dünyanınkinden


ancak % 2 daha azdır ve ağırlığı da hemen hemen dünyanınkine eşittir.


Dolayısıyla hem basınç açısından, hem de diğer nedenlerle Venüs'te de


metalik bir sıvı çekirdek kısmının oluşması kaçınılmazdır. Buna rağmen


Venüs'te de manyetik alan yoktur. Bunun sebebi Venüs'ün Dünya'ya göre


oldukça yavaş dönmesidir. Dünya kendi etrafındaki turunu 1 günde


tamamlarken Venüs bir turu 243 günde tamamlıyor.





Dünyanın "korunmuş tavan"ını oluşturan manyetik alanın var olması için,


Ay'ın ve komşu gezegenlerin büyüklükleri ve dünyaya uzaklıkları da


önemlidir. Komşu gezegenlerden birinin şimdikinden büyük olması, o


gezegene büyük bir çekim kuvveti kazandıracaktı. Komşu gezegenin sahip


olacağı bu büyük çekim kuvveti, dünyanın çekirdeğindeki katı ve sıvı


kısımlardaki hareket hızını değiştirecek, bugünkü şekilde bir manyetik


alanın oluşmasına engel olacaktı.





Kısacası dünya göğünün "korunmuş tavan" özelliğine sahip olması,


dünyanın çekirdeğinin yapısı, dönüş hızı, gezegenler arası uzaklık ve


gezegenlerin kütleleri gibi pek çok değişkenin en uygun noktada


birleşmesini gerektirmektedir.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.dj-tnt.tr.gg
Admin
Admin
Admin
Admin


Erkek Mesaj Sayısı : 309
Yaş : 38
Nerden : eskişehir
İş/Hobiler : müzik
Lakap : DJ_TNT
Rep Puanı : 240368
Kayıt tarihi : 13/11/08

Kuran Ve Bilim Hakkinda... Empty
MesajKonu: Geri: Kuran Ve Bilim Hakkinda...   Kuran Ve Bilim Hakkinda... Icon_minitimePaz Haz. 14, 2009 2:24 am


YAĞMURUN OLUŞUMU

Yağmurların oluşması için gerekli evrelerin neler olduğu ancak 1935’te

hava radarlarının keşfiyle ortaya çıkarıldı. Buna göre yağmur 3 evreden

geçerek oluşuyordu: Birincisi rüzgarın oluşması, ikincisi bulutların

meydana gelmesi, üçüncüsü yağmur damlacıklarının ortaya çıkışı.

Kuran'da yağmurun oluşması ile ilgili olarak aktarılanlar da, sözkonusu bilimsel bulgularla büyük bir paralellik gösteriyor:

"Allah rüzgarları gönderir (1. evre), böylece bir bulut kaldırır da onu

nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar (2. evre);

nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün (3. evre).

Sonunda kendi kullarından dilediğine verince hemen sevince

kapılıverirler. " (Rum Suresi, 48)


BİRİNCİ EVRE: "Allah rüzgarları gönderir..."

Okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan sayısız hava kabarcığı sürekli

patlamakta ve su damlacıkları sürekli gökyüzüne fırlamaktadır. Bu tuzca

zengin damlacıklar daha sonra rüzgarlarla taşınır ve atmosferde yukarı

doğru yol alırlar. Aerosol adı verilen bu küçük parçacıklar, su tuzağı


işlevi görür ve yine denizlerden yükselen su buharını kendi

çevrelerinde minik damlalar halinde toplayarak bulut damlalarını oluştururlar.

İKİNCİ EVRE: "...böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar..."

Tuz kristallerinin ya da havadaki toz zerreciklerinin etrafında

yoğunlaşan su buharı sayesinde bulutlar oluşur. Bu bulutlar

içerisindeki su damlacıkları çok küçük olduklarından (0.01 ila 0.02 mm

çapında) havada asılı kalırlar ve göğe yayılırlar. Böylece gök

bulutlarla kaplanır.

ÜÇÜNCÜ EVRE: "...nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün."

Tuz kristallerinin veya toz zerreciklerinin etrafında bir araya gelen

su parçacıkları iyice yoğunlaşır yağmur damlalarını oluştururlar.

Böylece havadan daha ağır bir konuma gelen damlalar buluttan ayrılır ve

yağmur şeklinde düşmeye başlarlar.

YAĞMURUN TATLI KILINMASI

Kuran, yağmurun "tatlı" oluşuna da dikkatimizi çekmektedir:

"Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan

indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık onu

tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez mi?" (Vakıa Suresi, 68-70)

"... Size tatlı bir su içirmedik mi?" (Mürselat Suresi, 27)

"Sizin için gökten su indiren O’dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız. " (Nahl Suresi, 10)

Bilindiği gibi, yağmur suyunun kaynağı buharlaşmadır ve buharlaşmanın

%97’si "tuzlu" okyanuslardan olmaktadır. Oysa yağmur tuzsuzdur.

Yağmurun tatlı olmasının sebebi Allah'ın koyduğu başka bir kanundur. Bu

kanuna göre, su, ister tuzlu denizlerden, ister mineralli göllerden, ya

da çamurların içinden buharlaşsın yanında başka hiçbir yabancı madde

taşımaz. "Biz, gökten tertemiz su indirdik..." (Furkan Suresi, 48)

hükmü gereği, duru ve tertemiz bir biçimde yere iner.

BAL MUCİZESİ

Allah'ın küçücük bir hayvan aracılığıyla insanlara sunduğu balın ne denli büyük bir besin kaynağı olduğunu biliyor musunuz?

Bal, fruktoz ve glukoz gibi şekerlerin yanısıra magnezyum, potasyum,

kalsiyum, sodyum klorür, kükürt, demir ve fosfor gibi minerallere

sahiptir. Nektar ve polen kaynaklarının niteliklerine göre değişmekle

birlikte, balda B1, B2, C, B6, B5 ve B3 vitaminleri bulunmaktadır.

Ayrıca bakır, iyot, demir ve çinko da az miktarlarda bulunur. Balın

içeriğinde bunların dışında bazı hormonlar da vardır.

Bal, Kuran ayetinde vurgulandığı gibi, "insanlara şifa" olma özelliği

taşımaktadır. 20-26 Eylül'den Çin'de yapılan Dünya Arıcılık

Kongresi'nde bilim adamlarının bal hakkındaki yorumları da bunu

doğruluyor: "Kongre'de, arı ürünleri ile tedavi konusu ağırlık kazandı.

Özellikle ABD'li bilimadamları bal, arı sütü, polen ve arı reçinasının

(propolis) birçok hastalığı tedavi ettiğini bildirdiler. Romanyalı bir

doktor balı katarakt hastaları üzerinde denediğini ve 2094 hastadan

2002'sinin (% 95) bal sayesinde tam olarak iyileştiğini açıkladı.

Polonyalı doktorlar ise arı reçinasının hemoroid, deri hastalıkları,

kadın hastalıkları gibi birçok hastalığa iyi geldiğini tespit

ettiklerini bildirdiler
Bilimde en ön sıraları alan ülkelerde arıcılık ve arı ürünleri artık

başlıbaşına bir araştırma dalı durumunda. Balın diğer yararları ise şöyle sıralanabilir:

Kolayca sindirilir: İçindeki şekerlerin bir başka cins şekere

(fruktozun glikoza) dönüşebilme özelliği sayesinde bal, yüksek miktarda

asit içermesine rağmen en hassas mideler tarafından bile kolaylıkla

sindirilir. Aynı zamanda bağırsakların ve böbreklerin daha iyi

çalışmasına yardımcı olur.

Düşük kalorilidir: Balın bir diğer özelliği de, aynı oranda şekerle

karşılaştırıldığında oldukça tatlı olmasına rağmen, vücuda yaklaşık %

40 oranında daha az kalori sağlamasıdır. Vücuda yoğun enerji vermesine

rağmen, kilo yapmaması balı üstün nitelikli bir besin kaynağı yapmaya yeter.

Süratle kana karışır: Bal ılık suyla karıştırıldığında 7 dakika içinde

kana karışır. İçerdiği serbest şekerlerden dolayı beynin çalışması kolaylaşır...

Kan yapımına destek olur: Bal, kan yapımı için vücudun gereksinim

duyduğu enerjinin önemli bir bölümünü karşılar. Ayrıca kanın

temizlenmesine de yardımcı olur. Kan dolaşımını hem düzenleyici, hem de

kolaylaştırıcı yönde etkisi vardır. Damar sertliğine karşı önemli bir koruyucudur.

İçinde bakteri barınamaz: Balın bakteri barınmasına olanak tanımayan

özelliği "inhibine etki" olarak adlandırılır. Yapılan deneyler

sulandırılmış balın bakteri öldürücü özelliğinin saf bala göre iki kat

arttığını göstermiştir. İşin ilginci, arı kolonisine yeni dahil olacak

kurtçukların, kendilerine bakmakla görevli arılarca—sulandırılmış balın

bu özelliğini bilirmişcesine—sulandırılmış balla beslenmesidir.

Arı Sütü: Arı sütü, kovandaki işçi arıların ürettiği bir maddedir. Çok

besleyici olan arı sütünde şeker, protein, yağ ve birçok vitamin

bulunur. Vücudun kuvvetsiz düştüğü durumlarda ve doku yaşlanmalarından

ileri gelen bozukluklarda kullanılır.

Arıların ihtiyaçlarından çok fazla ürettikleri balı, insanlar için ve
insanlara uygun olarak yaptıkları açıktır.


En son Haso_dead tarafından Paz Haz. 14, 2009 2:52 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.dj-tnt.tr.gg
Admin
Admin
Admin
Admin


Erkek Mesaj Sayısı : 309
Yaş : 38
Nerden : eskişehir
İş/Hobiler : müzik
Lakap : DJ_TNT
Rep Puanı : 240368
Kayıt tarihi : 13/11/08

Kuran Ve Bilim Hakkinda... Empty
MesajKonu: Geri: Kuran Ve Bilim Hakkinda...   Kuran Ve Bilim Hakkinda... Icon_minitimePaz Haz. 14, 2009 2:25 am


İNSANIN YARATILIŞI

Eğer insan, aklını kullanıp "ben nasıl var oldum?" sorusuna samimi bir

cevap bulmaya çalışmazsa, genellikle "nasıl oldumsa oldum!..." gibi bir

mantığa kapılacaktır. Bu mantığa kapılınca da zaten, ona bu tür konular

üzerinde bir daha düşünmeye pek zaman bırakmayacak bir hayat tarzını benimseyecektir.

Oysa akıl sahibi insana düşen, nasıl var olduğu üzerinde düşünmek ve

hayatın anlamını buna göre belirlemektir. Bunu yaparken de, kimilerinin

yaptığı gibi, varacağı sonucun "meğer ben yaratılmışım" şeklinde

çıkmasından korkmamalıdır. Çünkü sözünü ettiğimiz kimileri, kendilerini
bir Yaratıcı'ya karşı sorumlu hissetmek istemezler. Yaratılmış

olduklarını kabul ettiklerinde, hayat tarzlarını veya bağlı oldukları

ideolojilerini terketmek zorunda kalmaktan çekinirler. Ya da

kendilerini yaratana boyun eğecek olmaktan kaçarlar. Bu psikolojiyi

taşıyanlar, Kuran'ın deyimiyle "vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve

büyüklenme dolayısıyla" (Neml Suresi, 14) Allah'ı inkar edenlerdir.

Varlığını "zulüm ve büyüklenme"ye kapılmadan akıl ve vicdan ölçüsünde

değerlendiren insan ise, kendinde Allah'ın yaratışından başka birşey

görmeyecektir. Varlığının, kendisinin yaratmadığı ve kontrol edemediği

binlerce karmaşık sistemin uyumuna bağlanmış olduğunu farkedecektir.

"Yapılmış" olduğunu kavrayacak ve Yaratıcı'sını tanıyıp O'nun kendisini

hangi amaca yönelik olarak "yaptığını" anlamaya yönelecektir.

İnsan "yapılmış" olduğunu izlerken, ona rehberlik eden bir kaynak

vardır: Kuran. Bu kitap, onu yaratan tarafından ona ve diğer insanlara indirilmiş bir "yol göstericidir".

Yaratılış olayının aynen Kuran'da tarif edildiği gibi gerçekleşmiş olması da, akıl sahibi insana önemli mesajlar vermektedir.

İlerki sayfalarda, akıl ve vicdan sahiplerine nasıl "yaratıldıklarını"

ve bu yaratılışın içindeki muhteşemliği gösteren bilgilere yerverilmiştir.

İnsanın yaratılışının öyküsü, birbirinden çok uzak iki ayrı yerde

başlar. İnsan, kadın ve erkek bedeninde birbirinden tümüyle bağımsız

olarak oluşan, ama birbiriyle tümüyle uyumlu olan iki ayrı özün

birleşmesiyle hayata adım atar. Erkek bedeninde oluşan spermin erkeğin

isteği ya da kontrolü ile oluşmadığı ortadadır, aynı kadın bedeninde

oluşan yumurtanın kadının isteği ya da kontrolü ile oluşmadığı gibi.

Onların bu olaylardan haberi bile yoktur.

Aslında, çok açıktır ki, erkekten gelen öz de, kadından gelen öz de,

birbirlerine uyumlu olarak yaratılmışlardır. Bu iki özün yaratılışı da,

birleşmeleri de, gelişip insan haline dönüşmeleri de gerçekte büyük birer mucizedir.

TESTİS VE SPERMLER

Yeni bir insan yaratılmasının ilk basamağı olacak spermler erkek

vücudunun 'dışında' üretilir. Bunun sebebi üretimin ancak vücut

ısısının yaklaşık 2 derece altında gerçekleşebilmesidir. Bu ısının

sabitlenmesi için bir de testis üstüne yerleştirilmiş özel deri

çalışır. Bunun fonksiyonu soğukta büzüşerek, sıcakta ise terleyerek

gerekli olan ısıyı sabit tutmaktır. Acaba bu hassas dengeyi erkeğin

kendisi mi "ayarlayıp" düzenlemektedir? Tabi ki hayır. Erkeğin bundan

haberi bile yoktur. Yaratılışı reddetmekte direnenler, bunun ancak

"insan vücudunun keşfedilmemiş bir fonksiyonu" olduğunu

söyleyebilirler. Bu "keşfedilmemiş fonksiyon" sözü ise "kuru bir

isimlendirme"den başka bir şey değildir.

Testislerde dakikada ortalama 1000 adet üretilen spermler erkekten

kadının yumurtalarına doğru yapacağı yolculuk için sanki oradaki ortamı

"biliyormuşcasına" özel bir dizayna sahiptir; baş, boyun ve kuyruktan

oluşur. Kuyruğu, spermin bir balık gibi ana rahminde ilerlemesini sağlayacaktır.

Bebeğin genetik şifresinin bir bölümünü barındıracak olan baş kısmı ise

özel bir koruyucu zırhla kaplanmıştır. Bu zırhın faydası anne rahminin

girişinde farkedilir: Buradaki ortam son derece asidiktir. Spermin, bu

asidin varlığını bilen "birisi" tarafından koruyucu zırhla kaplandığı

ise son derece açıktır. (Bu asidik ortamın da nedeni ise annenin mikroplardan korunmasıdır.)

Erkekten rahme atılan sadece milyonlarca sperm değildir. Meni

birbirinden farklı sıvıların karışımından oluşur. Kuran, bu gerçeği şöyle vurguluyor:

"Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey

değilken, uzun zamanlardan bir süre gelip-geçti. Şüphesiz biz insanı,

karmaşık olan bir damla sudan yarattık..." (İnsan Suresi, 1-2)

Meni içindeki bu sıvılar spermlerin gerek duyduğu enerjiyi karşılayacak

olan şekeri içerir. Ayrıca baz özelliğiyle ana rahminin girişindeki

asitleri nötralize etmek, spermin hareket edeceği kaygan ortamı

sağlamak gibi görevleri vardır. (Burada da yine iki ayrı ve bağımsız

varlığın birbirine uygun olarak yaratıldığını görüyoruz.) Spermler

yumurtaya varana kadar annenin vücudunda zorlu bir yolculuk geçirir.

Kendilerini ne kadar savunurlarsa savunsunlar, 200-300 milyon spermden

yumurtaya ulaşanların sayısı bini pek aşamaz.

YUMURTA

Sperm yumurtaya uygun olarak düzenlenirken, çok ayrı ve farklı bir

ortamda da yumurta hayata tohum olmaya hazır hale getirilmektedir...

Kadının haberi bile yokken, yumurtalıklarda oluşan bir yumurta önce

karın boşluğuna bırakılır ve hemen sonra ana rahminin fallop tüpü denen

uzantılarının ucunda yer alan kollar sayesinde yakalanır. Ardından

yumurta fallop tüpünün iç yüzeyindeki tüylerin hareketiyle ilerlemeye

başlar. Büyüklüğü ise bir tuz tanesinin ancak yarısı kadardır. (sağda)

Yumurta-sperm buluşmasının yeri fallop tüpüdür. Burada yumurta özel bir

sıvı salgılamaya başlar. İşte bu sıvı sayesinde spermler yumurtanın

yerini bulurlar. (Dikkat edelim: Yumurta "salgılamaya başlar" derken

bir insandan ya da gelişmiş bir bilgisayardan söz etmiyoruz. Bu ufacık

protein yığınının, "kendi kendine" böyle bir şeye "karar vermesi", daha

da ötesi spermi kendine çekecek bir kimyasal bileşim "hazırlayıp"

salgılaması inanılır şey midir?)

Özetle, vücudun üreme sistemi özellikle yumurtayla spermi buluşturacak

şekilde hazırlanmıştır. Ve kadın üreme sistemi spermlere, spermler de

kadın vücudundaki ortama uygun olarak yaratılmıştır.



En son Haso_dead tarafından Paz Haz. 14, 2009 2:44 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.dj-tnt.tr.gg
Admin
Admin
Admin
Admin


Erkek Mesaj Sayısı : 309
Yaş : 38
Nerden : eskişehir
İş/Hobiler : müzik
Lakap : DJ_TNT
Rep Puanı : 240368
Kayıt tarihi : 13/11/08

Kuran Ve Bilim Hakkinda... Empty
MesajKonu: Geri: Kuran Ve Bilim Hakkinda...   Kuran Ve Bilim Hakkinda... Icon_minitimePaz Haz. 14, 2009 2:26 am

SPERM VE YUMURTA BULUŞMASI


Yumurtayı dölleyecek sperm yumurtaya yaklaştığında, yine yumurtanın


salgılamaya "karar verdiği" (!) ve sperm için özel olarak hazırlanmış


bir sıvı, spermin koruyucu zırhını eritir. Bunun sonucunda da bu kez

spermin ucunda olan ve yine özel olarak yumurta için hazırlanmış

bulunan eritici enzim kesecikleri açığa çıkar. Sperm yumurtaya

ulaştığında bu enzimler yumurtanın zarını delerek spermin içeri

girmesini sağlar. Yumurtanın etrafını kuşatan spermler içeri girmek

için büyük bir yarışa başlarlar. Ancak yumurtayı genelde tek bir sperm döller.

Kuran'ın bu aşamada söyledikleri de hayli dikkat çekicidir. Kuran,

insanın sıvının yani meninin özünden meydana getirildiğini söylüyor:

"(Allah) sonra insanın neslini bir özden, değersiz bir sıvının özünden meydana getirdi." (Secde Suresi, Cool

Ayetin bildirdiği gibi, yumurtayı spermleri taşıyan sıvının kendisi

değil, içinde taşıdığı tek bir sperm, hatta onun da "özü" olan
kromozomlar döllemektedir.

Tek bir spermi içeri alan yumurtaya artık bir başka spermin girmesi

mümkün değildir. Bunun sebebi yumurtanın etrafında bir elektriksel alan

bulunmasıdır. Yumurta çevresi (-) elektrik yüklüdür ve ilk sperm

yumurtaya girer girmez bu potansiyel (+) olur. Böylece dışarıdaki

spermlerle aynı elektrik yükünü taşıyan yumurta, bu kez onları itmeye başlar.

Yani birbirinden ayrı ve bağımsız olarak oluşan iki özün elektriksel yükleri de birbirleriyle uyum içindedir.

Sonunda spermdeki erkeğin DNA'sıyla kadının DNA'sı birleşir. Artık
annenin karnında yabancı, yeni bir hücre (zigot), yeni bir insanın ilk tohumu vardır.

ZİGOTUN RAHİME YAPIŞMASI

Yumurtanın döl yatağına yerleşebilmesi pürtüklü özelliğinin

sayesindedir. Bu pürtükler, yumurtanın gerçek uzantıları olup, toprağa

yerleşen kökler gibi, organın derinliklerine doğru dalar. Böylece zigot

kendisinin gelişimi için annenin vücudunda salgılanan hormonlardan

yararlanabilir. Ancak modern çağda bulunan bu gerçeği, Kuran şöyle bildiriyor:

"Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı bir alak'tan (asılıp tutunan

şeyden) yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir." (Alak Suresi,1-3)

"İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? Kendisi,

akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak oldu, derken

(Allah, onu) yarattı ve bir 'düzen içinde biçim verdi.' Böylece ondan,

erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı." (Kıyamet Suresi,36-39)

Döl yatağına tam anlamıyla tutunmuş olan zigot gelişmeye başlar. Oluşan

yeni insanı anneye bağlayan yer, plasenta denilen tek taraflı bir süzgeçtir. Plasentanın en önemli özelliği anne karnında bebeğin

gelişmesi için gerekli olan maddeleri "seçerek" bebeğe sunmasıdır.

Bunlardan ayrı olarak, bebeğin içinde büyüdüğü amnion sıvısının dikkati

çeken en önemli özelliği, dışarıdan gelecek darbelere karşı bebeğin

güvenliğini sağlamasıdır. Kuran, bu konuda şöyle diyor:

"Sizi basbayağı bir sudan yarattık. Sonra onu savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik." (Mürselat Suresi, 20-21)

ÜÇ KARANLIK BÖLGE

Çocuğun döllenmeden itibaren gelişimi üç bölge içinde olmaktadır. Bu üç bölge:

1. Fallop borusundaki bölge; bu bölge spermle yumurtanın birleştiği ve yumurtalığın rahime bağlı olduğu bölümdür.

2. Ceninin tutunarak gelişmeye başladığı rahim duvarının içindeki bölme.

3. Ceninin özel bir sıvı dolu kese içerisinde gelişmeyi sürdürdüğü bölge.

Kuran-ı Kerim konuyla ilgili olarak şöyle demektedir:

"....Sizi annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, bir

yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır.

İşte Rabbiniz olan Allah budur, mülk O'nundur. O'ndan başka ilah

yoktur. Buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz?" (Zümer Suresi, 6)

Bu arada, zaman geçtikçe, başlangıçta jelatini andıran ceninde büyük
bir değişim görülür. İlk baştaki o yumuşak yapının içinde vücudun dik

durmasını sağlayacak sert kemikler oluşmaya başlar. Hem de her kemik

yerli yerinde! Diğer bir deyişle başlangıçta aynı yapıya sahip olan

hücreler farklılaşarak, kimi ışığa karşı hassas göz hücrelerini, kimi

sıcağı, soğuğu ya da acıyı algılayan sinir hücrelerini veya ses

titreşimlerini hissedecek hücreleri oluşturur.

Bu ayrışıma hücreler mi karar vermektedir? Kendi kendilerine, insan

gözünü ya da kalbini oluşturmaya karar verip, bu akılalmaz işi onlar mı

başarmaktadır? Yoksa onlar bu işe uygun olarak mı yaratılmışlardır?

Akıl ve vicdan ikinci seçeneği kabul edecektir.

Bütün bu anlatılan işlemlerin sonunda, bebek annesinin karnındaki

gelişimini tamamlamış ve dünyaya gelmiştir. Bu haliyle anne karnındaki

halinden 100 milyon kat büyük, 6 milyar kat da ağırdır...

Burada anlatılanlar, başka herhangi bir canlının değil, bizim hayata

başlangıç öykümüz. İnsan için, böylesine karmaşık, olağanüstü bir

olayın kimin eseri olduğunu bulmaktan daha önemli ne olabilir?

Bütün bu karmaşık işlemlerin "kendi kendine" oluştuğunu düşünmek

akıldışıdır. Hücreler nasıl "karar verip" insan organlarını

oluşturabilirler? Zaten ateist "bilim adamları" da olayı -ne demekse-

"doğa mucizesi" olarak tanımlıyorlar...

Elbette anlatılan olayların hepsini Allah yaratmaktadır. Hem de her
anını, her saniyesini ve her aşamasını. Bu ise yaratışın önemli bir sırrıdır.

"Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi

(rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi

yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz?" (Vakıa Suresi,57-59)

Bu gerçeği, bir başka Kuran ayeti şöyle bildirmektedir:

"O’nun bilgisi olmaksızın, hiç bir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da.

Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka

bir kitapta (yazılı)dır. Gerçekten bu, Allah’a göre kolaydır." (Fatır Suresi, 11)

"Akıtılan bir meniden" insana dönüşen vücudumuz milyonlarca hassas

denge içerir. Biz farkında olmasak da, vücudumuzda yaşamamızı sağlayan

son derece karmaşık ve hassas sistemler vardır. Tüm bu sistemler,

insanın, kendisinin "yapıldığını" anlaması için, onun tek sahibi,

Yaratıcısı ve Rabbi olan Allah tarafından kurulmuş ve işletilmektedir.

"İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? Kendisi,

akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak oldu, derken

(Allah, onu) yarattı ve bir 'düzen içinde biçim verdi.' Böylece ondan,

erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı. (Öyleyse Allah,) Ölüleri

diriltmeye güç yetiren değil midir?" (Kıyamet Suresi, 36-40)

İnsan Allah’ın yarattığı bir varlıktır. Yaratıldığına göre, üstteki

ayetin vurguladığı gibi, "kendi başına ve sorumsuz" bırakılacak

değildir...
"Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok.

Gerçekten sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."

(Bakara Suresi, 32)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.dj-tnt.tr.gg
 
Kuran Ve Bilim Hakkinda...
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Bilim Adamları İsimleri ve Tanımı
» Tarihin Sınıflandırılması Hakkında Bilgi
» site hakkında birkaç öneri..!!
» Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu Hakkında Bilgi
» Takrir-i Sükun Kanunu Hakkında Bilgiler

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
TNT Forum Ana Sayfa :: Kurtuluş Yolu İslamiyet :: İslam ve Bilim-
Buraya geçin: