Ortaklar |
|
| | Kuran Ve Bilim Hakkinda... | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Admin Admin
Mesaj Sayısı : 309 Yaş : 38 Nerden : eskişehir İş/Hobiler : müzik Lakap : DJ_TNT Rep Puanı : 240368 Kayıt tarihi : 13/11/08
| Konu: Kuran Ve Bilim Hakkinda... Paz Haz. 14, 2009 2:20 am | |
| Kuran ve bilim konuları üzerinde uzun süredir devam eden bir karışıklığa da değinmek gerekiyor. Bu karışıklık, bazı ateist "bilim adamları"nın Kuran'a önyargılı biçimde yaklaşmalarından kaynaklanır. Allah'ın varlığına inanmayan, dolayısıyla da Kuran'ın Hz. Muhammed tarafından "yazıldığını" öne süren bu kişiler, Kuran'ın verdiği haberlerin mutlaka bilimle çelişeceği noktasından hareket etmişlerdir. "6. yüzyılın bilgisi ile yazılan bir kitap, elbette sürekli gelişen ve yeni doğrular bulan bilimle çelişecektir" gibi bir mantık öne sürmüşlerdir. Böylesine bir önyargı ile baktıkları Kuran ayetlerinin anlamlarını çarpıtarak, sözkonusu iddialarına destek bulmayı denemişlerdir.
Buna karşılık bazı müslümanlar, bu karalamalara karşı savunma yapmaya çalışırken, bir hataya düşerek, Kuran'ı bir "bilim kitabı"olarak tanıtmaya başlamışlardır. Kuran'ın bilimle çelişmediğini ispatlamaya çalışırken, neredeyse tüm bilimin Kuran'ın içinde olduğunu söylemişlerdir. Hatta, bilimsel gelişme için, formüllerle ya da deneylerle uğraşmak yerine, Kuran'ın daha derin araştırılmasının daha faydalı olduğunu öne sürenler olmuştur.
Oysa, Kuran ayetlerinden anladığımıza göre, Kuran bir "bilim kitabı"değildir. Bilime öncülük etmek, kimya formülleri aktarmak ya da kuantum fiziği öğretmek için indirilmemiştir.
Kuran'ın ne amaçla indirildiğini ayetler şöyle açıklıyor:
"Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik." (İbrahim Suresi, 1)
"(Kuran) Temiz akıl sahipleri için bir hidayet rehberi ve bir zikirdir." (Mümin Suresi, 54)
Kısacası Kuran, müminlere rehber olmak üzere indirilmiştir. Onları "karanlıklardan aydınlığa" yani inkardan imana çıkaracak ve onlara Allah'a nasıl kulluk edeceklerini, O'nun rızasını nasıl arayacaklarını açıklayacaktır.
"Rehber" olma özelliği, müminin karşılaşacağı olaylarla ilgili özlü bilgileri aktarmayı da içerir. Diğer deyişle Kuran, müminin tüm ibadetlerini nasıl yapacağını açıklar.
Müminin ibadetleri ise iki türlüdür: Namaz, oruç gibi doğrudan Allah'a karşı yapılan ibadetler ve "iyiliği emredip-kötülüğü engellemek" olarak özetlenebilecek olan ve toplum içinde gerçekleştirilecek ibadetler.
Bu yüzden Kuran, mümine, "iyiliği emredip, kötülükten sakındırırken" yani dini anlatırken ve dinin düşmanlarına karşı mücadele ederken ne gibi yöntemler izlemesi gerektiğini anlatır. Bunun yanında, ne tür insanlarla ve toplumlarla karşılaşacağını tarif eder. Sayısız ayette "De ki..." ve "Derler ki..." ifadeleriyle başlayan cümleler, müminlerin diğer insanlarla nasıl bir diyalog içine gireceğini anlatır.
Ama bunlardan yola çıkıp "Kuran bir sosyoloji kitabıdır" ya da "Kuran bir psikoloji kitabıdır" diyemeyiz. Çıkarılacak sonuç, Kuran'ın, kendisini rehber edinen müminlere, Allah'a yakınlaşma ve Allah yolunda mücadele için girişecekleri çabada yardımcı olmak üzere psikolojik ve sosyolojik bilgiler verdiğidir. Bu bilgilerin, hiç bir sosyoloji ya da psikoloji kitabında verilemeyecek kadar özlü ve doğru olduğunu, müminler, yaşadıkları tecrübelerden bilirler.
Kuran aynı şekilde, "dünyaya nizam verme"gibi bir misyon da yüklenmiş olan müminlere, politik bilgiler verir. Dünyada etkin "güç odakları"nı tarif eder. Müslümanlara kimin düşmanlık besleyeceğini bildirir. Dünyadaki bozgunculuğun ardında kimlerin var olduğunu açıklar. Ama bundan da "Kuran bir siyaset bilimi kitabıdır" sonucu çıkmaz. Kuran bu bilgileri, müminlere "rehberlik" etmek için vermektedir. Aynı şey, Kuran'ın verdiği tarihsel bilgiler için de geçerlidir: İnsanlık tarihi elbette Kuran'dan öğrenilmez ama Kuran, tarihin en önemli anahtarlarını vermekte, müminlerle dine düşman olanlar arasındaki mücadelenin tarihteki yerinden bahsetmektedir.
Aynı kıstas, kuşkusuz bilim için de geçerlidir: Bilim, araştırma ve deney sonuçlarından elde edilir. Bu zaten, Allah'ın "yerde ve gökte"ki ayetlerinin incelenmesi için verilen Kuran emrinin de bir gereğidir. Ama Kuran'dan kimya formülleri çıkarmaya çalışmak kuşkusuz hata olacaktır. Kimya formülleri, müminin "ibadetleri" açısından doğrudan bir önem taşımamaktadır ki, Kuran'da açıklansın. Bunu araştırmak kimyacıların işidir. Ve kuşkusuz gereklidir, ama laboratuarda yapılacaktır.
Bunun yanında, Kuran ayetleri gerçekten de bazı bilimsel gerçeklere değinir. Çünkü mümin, nasıl bir "siyaset bilimcisi"olmasa da girişeceği çaba nedeniyle politik ortamı bilmesi gerekiyorsa; "bilim adamı" olmak zorunda olmasa da, Allah'ın yarattıklarını tanıma açısından bilime aşina olmalıdır. Bu nedenle Kuran, evrenin yaratılışı, insanın doğumu, atmosferin yapısı gibi bazı konularda temel bilgiler verir. Bu konularda verilen bilgilerin, modern bilimin son bulgularıyla uyum içinde olması ise, Kuran'ın "insan yazması"olmadığını bir kez daha ortaya koyması açısından önem taşımaktadır.
BIG BANG (BÜYÜK PATLAMA)
Bu yüzyılda elde edilen bazı veriler, evrenin "yok"iken "var" hale geldiğini göstermiştir. Buna göre, evrenin bir başlangıcı vardır ve bu başlangıç Big Bang adı verilen bir "Büyük Patlama" ile gerçekleşmiştir. Bugün Big Bang Teorisi, bilim çevrelerinin büyük bölümünde kabul görmektedir.
Bu teoriye göre, evrenin tüm materyali yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktada toplanmıştı. Bu tek nokta sonsuz bir yoğunluk ve sonsuz bir ısı anlamına geliyordu. Yoğunluk sonsuzdu ama bir hacmi yoktu. İşte Büyük Patlama'dan önceki bu dönem (ki buna dönem demek zordur; madde olmadığı için zaman da yoktur) evrenin olmadığı, herşeyin "yok"olduğu dönemdi. Teoriye göre, büyük bir patlama ile sonsuz yoğunluktaki birikim büyük bir hızla dağılmaya başlamıştır. Bir başka deyişle Büyük Patlama ile, evren "yok" iken, "varolmaya" doğru yola çıkmıştır.
Bugün, evrenin sürekli olarak genişlemekte olduğunun ispatlanması Büyük Patlama’nın en büyük delili olarak kabul edilir.
"Bugün artık galaksilerin her yöne doğru bizden uzaklaştığını biliyoruz. Kozmolojistler evreni şişen bir balonun yüzeyi gibi düşünürler. Şüphesiz gerçek uzay, balonun yüzeyi gibi 2 değil 3 boyutludur ve her yöne doğru genişler." (New Scientist, 26 Eylül 1987)
Gök cisimlerinin kaçma hızı uzaklık arttıkça artmaktadır. Örneğin, bizden bir milyar ışık yılı uzaklıktaki Ursa-Major Takım Yıldızı, her saniye dünyadan 1.500 kilometre uzaklaşırken, çok daha uzak olan Hidra Takım Yıldızı’nın uzaklaşma hızı saniyede 6.000 kilometredir.
Evren genişlediğine göre bu genişlemenin başladığı bir an olması gerekir. "Bu genişlemeyi tersine doğru düşünür ve evrenin gelişmesini zaman içinde geriye doğru çekersek o zaman her şey, 15 milyar yıl kadar önce sonsuz yoğunlukta tek bir matematiksel noktada, tekillikte toplanacaktır."(New Scientist, 12 Mayıs 1988, sf. 52)
Big Bang teorisinin en büyük önemi, evrenin bir başlangıcı olduğunu ispatlamasıdır. Bunun yanısıra, pek çok kimsenin düştüğü bir yanılgıya da değinmek gerekir: Çoğu kişi, Allah'ın evreni Big-Bang ile -veya başka bir şekilde- yarattığını fakat bundan sonraki olayların "kendi kendine" işlediğini zanneder. Bu mantığa göre, Allah yalnızca "ilk hareket"i yaratmıştır ve evren birbiri ardına dizili domino taşları gibi kendiliğinden oluşmuştur. Oysa bu düşünce kökten yanlıştır. Big-Bang, evrende bildiğimiz, hesaplayabildiğimiz ilk harekettir. Evrenin bu patlama sebebiyle oluşması ve yaşadığımız büyük dengenin kendi kendini oluşturmuş olması düşünülemez. Hiç bir kuralı olmayan bir patlama sonucu dağılan parçacıkların, galaksileri, yıldız sistemlerini ve içinde dünyamızın yer aldığı Güneş sistemini kendi kendine oluşturduğu gibi bir sonuca varılamaz. Tek bir atomun bile, içerdiği olağanüstü sistemlerle kendi kendine şekillenmesi düşünülemezken koca bir evrenin bir patlamanın "kudretiyle" oluştuğunu söylemek akıldışı bir yaklaşımdır. Bunların hepsi de yine Allah'ın ilmiyle gerçekleşmiştir. Nitekim Kuran'da Allah'ın önce "gökleri" yarattığını, daha sonra yeryüzünü düzenlediği, onda dağları varettiği ardından atmosferi düzenlediği, en sonra da canlıları var ettiği bildirilmektedir. Aynı şekilde, Kuran ayetleri Allah'ın evrendeki tüm varlıkları sürekli yönettiğini bildirmektedir:
"Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim'dir, bağışlayandır." (Fatır Suresi, 41)
"Sizi diri tutan, sonra öldürecek, sonra da diriltecek olan O'dur. Gerçekten insan pek nankördür." (Hac Suresi, 66)
"Gökten yere her işi O evirip düzene koyar..." (Secde Suresi, 5)
"Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın her şeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle her şeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için." (Talak Suresi, 12)
Big Bang, evrenin başlangıcıyla ilgili bugün için en tutarlı teori olarak bilinmektedir. Çeşitli itirazlar gelmesine rağmen bunlar Big Bang sonrası evrenin oluşumuyla ilgilidir ki bu konu zaten oldukça karmaşıktır. Atomların, yıldızların, galaksilerin hangi sebep-sonuç ilişkileri içinde yaratıldıkları bugün tam olarak bilinmemektedir. Ama kuşkusuz Allah’ın, insanı bir su damlasını sebep kılarak yarattığı gibi, evreni de sebepler zinciri içinde yaratmış olduğu düşünülebilir. Ve bu sebebin çıkış noktası bir patlama veya başka birşey olabilir. Ama hiçbir aşama Allah’tan bağımsız kendi kendine oluşmamıştır. Ve sonuçta oluşan mükemmellik onun üstün ilmi ve kudretini gözler önüne sermektedir.
Tüm evren, bu evrenin ucunda bir yerde yaşayan insanoğluna yararlı kılınmıştır. Kuran, 'Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.' (Nahl Suresi, 12) ayetiyle buna dikkat çeker.
Ve önceden de söylediğimiz gibi, Kuran'da evrenin ve dünyanın yaratılışı ile ilgili tüm Kuran haberleri, bilim aracılığıyla bulunan gerçeklere uygundur. Aşağıda bu konuyla ilgili bazı örnekler yer alıyor.
EVRENİN GENİŞLEMESİ
20. yüzyıla gelene kadar tek bir bilim adamı dahi evrenin genişlemekte olduğu yönünde bir teori ortaya atmamış, hatta, belki de böyle bir olayı aklından geçiren dahi olmamıştı. Stephan Hawking, evrenin genişlemesinin farkedilmesini 20. yüzyılın en büyük olaylarından biri olarak niteledikten sonra, bu olayın bugüne gizli kalmasından duyduğu şaşkınlığı şöyle dile getirir: 'Evrenin genişlemekte olduğunun ortaya çıkarılışı 20. yüzyılın en büyük düşünsel devrimlerinden biridir. Bu günden geçmişe bakıldığında kimsenin bunu neden daha önce akıl etmediğine şaşmamak elde değil.'
Oysa Allah’ın, 600’lü yıllarda vahyettiği kitabında, Allah'ın evreni yarattığını ve de onu "genişlettiği" bildirilmektedir. Konuyla ilgili ayet şöyle demektedir:
"Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz. Biz, (onu) genişleticiyiz." (Zariyat Suresi, 47)
| |
| | | Admin Admin
Mesaj Sayısı : 309 Yaş : 38 Nerden : eskişehir İş/Hobiler : müzik Lakap : DJ_TNT Rep Puanı : 240368 Kayıt tarihi : 13/11/08
| Konu: Geri: Kuran Ve Bilim Hakkinda... Paz Haz. 14, 2009 2:22 am | |
| EVRENDEKİ KUSURSUZLUK
"O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman'ın yaratmasında hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk' göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir." (Mülk Suresi, 3-4)
Evrendeki milyarlarca yıldız ve galaksi mükemmel bir uyum içinde kendileri için tesbit edilmiş yörüngelerinde hareket eder. Yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı oldukları sistemlerle birlikte dönerler. Hatta bazen içinde 200 -300 milyar yıldız bulunan galaksiler birbirinin içinden geçip giderler. Bu geçişte, evrendeki büyük düzeni bozacak herhangi bir çarpışma olmaz.
Evrende hız kavramı dünya ölçüleriyle karşılaştırıldığında akıl durduracak boyutlardadır. Milyarlarca, trilyonlarca ton ağırlığındaki yıldızlar, gezegenler ve sayısal değerleri ancak matematikçilerin anlayabileceği büyüklükteki galaksiler ve galaksi kümeleri uzay içinde korkunç bir süratle hareket ederler.
Örneğin, dünya saatte 1670 km. hızla kendi ekseni çevresinde döner. Bugün en hızlı merminin saatte ortalama 1.800 km.lik bir sürate sahip olduğu düşünülürse dünyanın dev boyutlarına rağmen süratinin ne denli büyük olduğu anlaşılır.
Dünyanın güneş etrafındaki hızı ise merminin yaklaşık 60 katıdır: saatte 108.000 km. (Böylesine büyük bir süratle yol alabilen bir araç yapılabilseydi dünyanın çevresini 22 dakikada dolaşacaktı.)
Verdiğimiz bu sayılar sadece dünya içindir. Güneş sistemi ise daha da ilginçtir. Bu sistemin sürati mantık sınırlarını zorlayacak derecededir. Evrende sistemler büyüdükçe sürat artar. İşte güneş sisteminin galaksi merkezi etrafındaki dönüş sürati: -Saatte tam 720.000 km., 200 milyar yıldızı bünyesinde bulunduran "Samanyolu Galaksisi"nin uzay içindeki hızı ise saatte 950.000 km. dir
Bu başdöndürücü hız, aslında dünya üzerindeki yaşamımızın pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösterir. Böylesine karmaşık ve hızlı bir sistem içinde dev kazaların oluşması normalde oldukça mümkündür. Ancak, ayette dendiği gibi, tüm bu sistem içinde hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk' yoktur. Çünkü evren de, her şey gibi, "başıboş"değildir ve Allah'ın koyduğu dengeye göre işlemektedir.
YÖRÜNGELER VE DÖNEN EVREN
Evrendeki büyük dengenin en önemli nedenlerinden biri, kuşkusuz gök cisimlerinin belirli bir yörünge izliyor olmasıdır. Bu yörüngelere, yakın zamana kadar bilinmediği halde, Kuran'da da dikkat çekilmiştir:
"Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur; her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler." (Enbiya Suresi, 33)
Gerçekten de yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı bulundukları sistemle birlikte dönmekte, evren bir fabrikanın dişlileri gibi düzenli çalışmaktadır.
Evrendeki yörüngeler sadece bazı gök cisimlerinin hareketi değildir. Güneş sistemimiz hatta diğer galaksiler, başka merkezler etrafında büyük bir hareketlilik gösterirler. Dünya ve onunla birlikte Güneş Sistemi her yıl, bir önceki yerinden 500 milyon kilometre uzakta bulunur.
Gök cisimlerinin yörüngelerinden en ufak bir sapmanın bile sistemi altüst edecek kadar önemli sonuçlar doğurabileceği hesaplanmıştır. Örneğin dünya yörüngesinde, normalden fazla veya eksik 3 milimetrelik bir sapma bakın nelere yol açabilirdi:
"Dünya güneş çevresinde dönerken öyle bir yörünge çizer ki her 18 milde doğru bir çizgiden ancak 2.8 mm ayrılır. Dünyanın çizdiği bu yörünge kıl payı şaşmaz, çünkü; yörüngeden 3mm'lik bir sapma bile büyük felaketler doğururdu: sapma 2.8 yerine 2.5 mm olsaydı yörünge çok geniş olurdu ve hepimiz donardık, sapma 3.1 mm olsaydı hepimiz kavrularak ölürdük." (Bilim ve Teknik, Temmuz 1983)
Gök cisimlerinin bir başka özelliği de, yörüngelerinin dışında bir de kendi etraflarında dönmeleridir. "Dönüşlü olan göğe andolsun." (Tarık, 11) ise tam da bu gerçeğe işaret eder. GÜNEŞ
Dünyadan 150 milyon km. uzakta olmasına rağmen, güneş bizim için gerekli olan enerjiyi kesintisiz olarak ulaştırır.
Bu dev enerjili gök cisminde hidrojen atomları devamlı olarak helyuma çevrilmektedir. Her saniye 616 milyar ton hidrojen, 612 milyon ton helyuma çevrilmektedir. Bu esnada dışarı salınan enerji 500 milyon hidrojen bombasının patlamasına denktir.
Dünyada hayat güneşten gelen enerjiyle sağlanır. Yeryüzündeki dengenin devamı ve canlılık için gereken enerjinin % 99 'u güneşten sağlanır. Söz konusu enerjinin yarısı gözle görünür ve ışık olarak alınır. Geriye kalan enerjinin büyük bir kısmı gözle görülmeyen, ama sıcaklık biçiminde ortaya çıkan kızılötesi ışınlardır.
Güneşin bir özelliği de çan gibi genleşip salınmasıdır. Bu olay her beş dakikada bir tekrarlanmakta güneşin yüzeyi bu sırada saatte 1080 km hızla, 3 km. kadar bize doğru ilerleyip sonra geri dönmektedir.
Güneş, Samanyolu'nu oluşturan 200 milyar yıldızdan biridir. Dünyadan 325.500 defa büyük olmasına rağmen, evrendeki küçük yıldızlardan sayılmaktadır. Çapı 125 bin ışık yılı olan Samanyolu'nun merkezine 30 bin ışık yılı uzaklıktadır. ( 1 ışık yılı= 9.460.800.000.000 km.)
GÜNEŞİN YOLCULUĞU
"Güneş de, kendisi için (tesbit edilmiş) olan bir müstakarra (karar yerine) doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan, bilenin takdiridir." (Yasin Suresi, 38)
Astronomların hesaplarına göre güneş, içinde bulunduğu galaksinin hareketi nedeniyle, Solar Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı'na doğru saatte 720.000 km.’lik bir hızla yolculuk etmektedir. (Bu, kaba bir hesapla güneşin günde 720.000x24=17.280.000 km. yol katettiğini gösterir. Tabi ona bağlı olan dünyamızın da...)
YEDİ KAT YER - YEDİ KAT GÖK
"Allah yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı..." (Talak Suresi, 12)
Dünya atmosferinin yapısı, Kuran'ın işaret ettiği gibi, başlıca yedi bölümden meydana gelir. Atmosferde katları birbirinde ayıran yüzeyler bulunmaktadır. Encyclopedia Americana'nın (9/188) verdiği bilgiye göre, sıcaklığa bağlı olarak yerden itibaren şu katlar sıralanır.
1.Kat - Troposfer: Kalınlığı kutuplarda 8 km. ekvatorda 17 km'ye kadar ulaşır. Bu kat bulutların büyük bir bölümünü kapsar. Sıcaklık yükseltiye bağlı olarak kilometrede 6.5°C azalır.Bu katmanın tropopoz diye adlandırılan ve hızlı hava akımlarının olduğu kısımda sıcaklık -57°C’de sabit kalır.
2.Kat - Stratosfer: 50 km yüksekliğe ulaşır. Burada mor ötesi ışınlar soğurulduğu için ısı açığa çıkar ve sıcaklık 0°C’ye kadar yükselir. Bu soğurma sırasında ısının yanında dünya için hayati önem taşıyan ozon tabakası da ortaya çıkar.
3.Kat - Mezosfer: Yüksekliği 85. km'ye kadar çıkar. Burada sıcaklık -100 C’ye iner.
4.Kat - Termosfer: Sıcaklık giderek yavaşlayan bir tempoda artar.
5.Kat -İyonosfer:Bu bölgedeki gazlar iyon halinde bulunur. Radyo dalgalarının iyonosfer tarafından tekrar dünyaya gönderilmesi sayesinde yeryüzündeki iletişim sağlanır.
6.Kat - Ekzosfer:500 ila 1000. km'nin ötesinde, özellikleri tamamen güneşin etkinliklerine göre değişen tabakadır.
7.Kat - Manyetosfer: Burası dünyanın manyetik alanın kapladığı büyük bir boşluğu andıran alandır. Enerji yüklü atom altı parçacıklar Van Allen Kuşakları olarak adlandırılan bölgelerde tutulur.
Aynı kaynakta sayıldığı üzere yer kabuğunun katmanları da 7 bölümden oluşur:
1.Kat Litosfer(su)
2.Kat Litosfer(kara)
3.Kat Astenosfer
4.Kat Üst manto
5.Kat Alt manto
6.Kat Dış çekirdek
7.Kat İç çekirdek
DÜNYANIN HAREKETİ
"Dağları görürsün de, onları donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Her şeyi sapasağlam ve yerli yerinde yapan Allah’ın sanatıdır (bu)." (Neml Suresi, 88)
Kuran, dünya merkezli bir evren modelinin benimsendiği bir çağda, dünyanın aslında bulutlar gibi hareket eden bir cisim olduğunu belirtmektedir. Ayette dünya kelimesi yerine dağ kelimesinin yer alması da ilgi çekicidir. Çünkü dağlar dünyadaki sabitliğin simgesidir. Sabit gibi gözüken dağların hareket etmesi demek dünyanın hareket halinde olması demektir.
DÜNYANIN YUVARLAKLIĞI
Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor. (Zümer Suresi, 5)
Kur’an’ın evreni tanıtan ayetlerinde kullanılan ifadeler oldukça dikkat çekicidir. Üstteki ayette "sarıp örtmek" olarak tercüme edilen arapça kelime "tekvir"dir. Bu kelimenin arapça karşılığı yuvarlak birşeyin üzerine bir cisim sarmaktır. (Örneğin Arapça sözlüklerde başa sarık sarma gibi yuvarlak cisimleri içeren fiiller için bu kelime kullanılır). Dolayısıyla gecenin gündüzü tekvir etmesi ancak yeryüzünün yuvarlak olmasıyla mümkündür.
DAĞLARIN DEPREMLERİ ENGELLEMESİ
"O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi..." (Lokman Suresi, 10)
"Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık?" (Nebe Suresi, 6-7)
Jeolojinin dağlar hakkında söyledikleri yukarıda verdiğimiz ayetlerle tam bir paralellik içindedir. Dağların özelliklerinden biri yeryüzündeki büyük yer tabakalarının uçlarında yükselmesi ve bu tabakaları birbirine bağlamasıdır. Bu özellikleriyle dağlar tahtaları birarada tutan çivilere benzetilmektedir. Bunun yanında dağların yerkabuğunda yaptığı basınç, dünyanın merkezindeki mağma hareketlerinin etkisinin yeryüzüne ulaşarak yerkabuğunu parçalamasına engel olurlar.
YARATILIŞTAKİ ÇİFTLER
"Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir." (Yasin Suresi, 36)
Erkeklik dişilik, "çift" kavramının bir karşılığı olmakla birlikte, ayette bahsedilen "bilmedikleri nice şeylerden" ifadesi daha geniş bir anlam içeriyor. Nitekim maddenin çiftler halinde yaratıldığını ortaya koyan İngiliz bilimadamı Paul Dirac, 1933 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü kazandı. "Parité" adı verilen bu buluş, maddenin anti madde denilen bir çifti olduğunu ortaya koymuştur. Anti-madde, maddenin tersi özellikler taşır. Örneğin maddenin tersine anti-maddenin elektronları artı, protonları da eksi yüklüdür.
| |
| | | Admin Admin
Mesaj Sayısı : 309 Yaş : 38 Nerden : eskişehir İş/Hobiler : müzik Lakap : DJ_TNT Rep Puanı : 240368 Kayıt tarihi : 13/11/08
| Konu: Geri: Kuran Ve Bilim Hakkinda... Paz Haz. 14, 2009 2:23 am | |
| DENİZLERİN BİRBİRİNE KARIŞMAMASI
"Birbirleriyle kavuşup karşılaşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırı geçmezler." (Rahman Suresi, 19-20)
Yukarıdaki ayette, bilinen iki su kütlesinin birbirleriyle karşılaşıp birleştiği fakat bir engel sebebiyle karışmadıkları vurgulanmaktadır. Bu nasıl olabilir? Normalde beklenen iki denizin birbirleriyle karşılaştığında sularının karışarak hem tuzluluk oranlarının hem de ısılarının eşitlenmeye doğru gitmesidir. Oysa olay böyle olmamaktadır. Örneğin Akdeniz ve Atlas Okyanusu, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu birbirleriyle görsel olarak birleşseler de suları birbirine karışmamaktadır. Bunun sebebi aralarındaki bir engeldir. Bu engel ise "yüzey gerilimi kanunu" olarak bilinen olaydır.
DEMİRDEKİ İKİ ŞİFRE
Demir dünyamızda en çok bulunan dört elementten biridir ve çağlar boyunca insan için en hayati madenler arasında yer almıştır. Demirden bahseden Hadid (demir) Suresi’nin 25. ayeti şöyledir:
"Demiri de indirdik. Onda büyük bir kuvvet ve insanlar için fayda vardır."
Bu ayet ise oldukça ilginç olan iki matematiksel şifre taşımaktadır.
El-Hadid (belirli demir), Kuran'ın 57'nci suresidir. "El-Hadid" kelimesinin harflerinin sayısal değerleri toplandığında (ebced hesabı) karşımıza çıkan rakam da aynıdır: 57.
Sadece "Hadid" (demir) kelimesinin ebced değeri ise 26’dır. 26 sayısı demirin atom numarasıdır.
ZAMANIN FARKLILAŞMASI
Einstein'ın "rölativite kuramı"na göre zaman sabit bir ölçü değildir.
Hıza bağlı olarak uzayıp kısalır. Kuran, "bir günü elli bin yıl" olan
ve yine "bir günü bin yıl" olan farklı farklı zaman birimlerinden
bahsederek, zamanın rölatif (göreceli) bir kavram olduğunu,
Einstein'dan yüzyıllar önce açıklamaktadır.
"Melekler ve ruh ona süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir." (Mearic Suresi, 4)
"Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin
saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir." (Secde
Suresi, 5) KARANLIĞIN YARATILMASI
"Görmediler mi, biz geceyi onda sükun bulmaları için, gündüzü de
aydınlık(la görsünler) diye yarattık. Şüphesiz, iman eden bir kavim
için bunda ayetler vardır." (Neml Suresi, 86)
Dikkat edilirse ayet gecenin özel olarak yaratıldığını bildirmektedir.
Bundan birkaç sene öncesine kadar bilimadamları evrendeki yıldız
sayısını ve ürettikleri ışığı hesapladıklarında evrenin aslında sürekli
aydınlık olması gerektiği sonucuna varmışlar ve karanlığın sebebini
anlayamamışlardı. Bu konu ancak karadeliklerin keşfiyle açıklığa
kavuştu. Çünkü evrenin her yerine dağılmış olan karadelikler, sahip
oldukları korkunç çekim alanlarıyla yıldızların ürettiği ışınları büyük
ölçüde yutmakta ve karanlığa sebep olmaktadır. Bir başka deyişle,
karanlık özel olarak üretilmekte, ya da "yaratılmaktadır".
KARADELİKLER
Yakıtı tükenen yıldızın içine doğru büzülmesi ve en sonunda, yıldız
yerine sınırsız bir yoğunlukta ve sıfır hacimde korkunç bir çekim
alanın ortaya çıkmasıyla oluşan karadeliklere Kuran şöyle işaret
etmektedir:
"Hayır, yıldızların yerlerine yemin ederim. Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir." (Vakıa Suresi, 75-76)
Ayette yıldızların yerlerinin büyük bir gücü temsil ettiği özellikle
vurgulanmıştır. Karadeliklerin yıldızların yerlerinde belirmeleri ve
sahip bulundukları büyük çekim gücü düşünülürse ayetin anlamı
anlaşılacaktır
AYIN YÖRÜNGESİ
"Ay'a gelince, biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik;
sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). Ne güneşin aya
erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her
biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir." (Yasin Suresi, 39-40 )
Ay yörüngesinde seyrederken dünyanın bazen önüne bazen arkasına geçer.
Aynı zamanda dünyayla birlikte güneşin etrafında da döndüğünden uzayda
sürekli "S" harfi benzeri bir yörünge çizer. Ayın uzaydaki bu
yörüngesinin şekli, kurumuş hurma ağacı dalına oldukça benzemektedir
Ay dünyanın etrafında saatte 3659 km gibi büyük bir hızla hareket eder.
Ay, ancak bu yüksek hızı nedeniyle dünyanın kuvvetli çekim gücünden
korunabilmektedir. Ay, hızının daha yavaş olması halinde dünyaya
çarpabilecek, daha hızlı olması durumunda ise uzaya savrulacaktı.
Ayın büyüklüğü ve dönüş hızı dünyayı etkilemekte ve gel-git dediğimiz
olaya sebep olmaktadır. Ayın çekim kuvvetinin biraz daha fazla olması
halinde dünyanın büyük bölümü bir anda sular altında kalabilirdi.
DÜNYANIN KORUNMUŞ TAVANI:
ATMOSFER VE VAN ALLEN KUŞAKLARI
Biz çoğunlukla pek farkında olmayız, ama her gezegene olduğu gibi
dünyaya da çok sayıda göktaşı düşmektedir. Diğer gezegenlere
düştüklerinde dev kraterler açan bu göktaşlarının dünyaya zarar
vermemelerinin nedeni, gezegenimizi saran atmosferin düşmekte olan
göktaşlarına karşı büyük bir direnç göstermesidir. Göktaşı bu dirence
fazla dayanamaz ve sürtünmeden dolayı yanarak büyük bir kütle kaybına
uğrar. Böylece, büyük felaketlere yol açabilecek bu tehlike, atmosfer
sayesinde savuşturulmuş olur.
Kuran, atmosferin yaratılışındaki bu özelliği şöyle ifade ediyor:
"Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık, onlar ise bunun ayetlerinden yüz çevirmektedirler." (Enbiya Suresi, 32)
Gökyüzünün "korunmuş bir tavan" oluşunun en önemli örneklerinden biri
dünyayı saran manyetik alandır. Atmosferin en üst tabakası "Van Allen"
adı verilen bir manyetik kuşaktan oluşur. Bu kuşak dünyanın
çekirdeğinin sahip olduğu özellikler nedeniyle ortaya çıkmıştır.
Çekirdek, demir ve nikel gibi manyetik özelliği olan ağır elementleri
içerir. Ancak bunlardan daha önemlisi çekirdeğin iki farklı yapıdan
oluşmuş olmasıdır: İç çekirdek katı, dış çekirdek ise sıvı haldedir.
Çekirdeğin bu iki katmanı birbiri etrafında hareket eder. Bu hareket
ağır metaller üzerinde bir çeşit mıknatıslanma etkisi yaparak bir
manyetik alan oluşturur. İşte Van Allen Kuşakları bu manyetik alanın,
atmosferin en dışına kadar ulaşan bir uzantısıdır. Bu manyetik alan
sayesinde dünya, uzaydan gelebilecek olan tehlikelere karşı korunmuş
olur.
Bu tehlikelerin en önemlilerinden biri, "Güneş rüzgarları"dır. Güneş,
dünyaya ısı ve ışıktan başka, radyasyon ile beraber saatteki hızı 1.5
milyar kilometreyi bulan, proton ve elektronlardan oluşan bir rüzgar da
gönderir.
Güneş rüzgarları, dünyanın 40.000 mil uzağında manyetik halkalar çizen
Van Allen Kuşakları'ndan geçemezler. Parçacık yağmuru şeklindeki Güneş
rüzgarı, bu manyetik alanla karşılaşır ve ayrılarak bu alanın
çevresinden akar.
Güneşten gelen X ve ultraviyole ışınlarının büyük bölümü ise atmosfer
tarafından emilmektedir. Bu emilme olmadan, yeryüzünde hayat olması ise
mümkün değildir.
Etrafımızı saran atmosferik kuşaklar, sadece zararsız orandaki ışınlar,
radyo dalgaları ve görünür ışığın dünyamıza ulaşmasına imkan verecek
bir geçirgenliğe sahiptirler. Eğer atmosferimiz bu geçirgenlik
özelliğinden yoksun olsaydı, ne haberleşme dalgalarını kullanabilir, ne
de canlılığın temeli olan gün ışığını bulabilirdik.
Dünyayı saran ozon tabakası da Güneş’ten gelen ve canlılar için zararlı
olan morötesi ışınların yere kadar ulaşmasını önlemektedir. Güneş'ten
gelen ultraviyole ışınları yeryüzündeki tüm canlıları öldürecek kadar
fazla enerji yüklüdürler. Bu nedenle, dünyada yaşamın var olabilmesi
için, gökyüzünün "korunmuş tavan"ına bir de ozon tabakası eklenmi?tir.
Ozon, oksijenden üretilir. Oksijen gazının (O2) moleküllerinde 2
oksijen atomu bulunurken, ozon gazının (O3) moleküllerinde 3 oksijen
atomu bulunur. Güneş'ten gelen ultraviyole ışınları, oksijen gazına bir
atom daha ekleyerek ozonu oluştururlar. Ve ultraviyole sayesinde oluşan
ozon tabakası, öldürücü ultraviyole ışınları tutarak yeryüzünde yaşamın
en temel şartlarından birini oluşturur.
Kısacası; eğer dünya çekirdeğinin manyetik alan oluşturacak bir
özelliği olmasaydı, atmosfer zararlı ışınları süzecek yapı ve
yoğunlukta olmasaydı, kuşkusuz dünya üzerinde yaşam sözkonusu olamazdı.
Ve kuşkusuz hiçbir insanın ya da başka bir canlının bunları düzenlemesi
de mümkün değildir. Açıktır ki, insanın yaşamı için "olmazsa olmaz"
şartlar olan bu koruyucu özellikler, Allah tarafından var edilmiş ve
gök, "korunmuş bir tavan" olarak yaratılmıştır.
Başka gezegenlerin bu tür "korunmuş tavan"lardan yoksun olması,
dünyanın insan yaşamı için özel olarak yaratıldığının bir başka
göstergesidir. Örneğin, Mars gezegeninin çekirdeği katıdır ve bu
nedenle etrafında da manyetik bir koruma söz konusu değildir. Mars'ın
büyüklüğü dünyanınki kadar olmadığı için çekirdekte sıvı kısmı
oluşturacak kadar bir basınç doğuramamıştır. Ayrıca gezegenin uygun
büyüklükte olması da manyetik alan için yeterli değildir. Örneğin,
Venüs'ün çapı yaklaşık dünyanınki kadardır. Kütlesi dünyanınkinden
ancak % 2 daha azdır ve ağırlığı da hemen hemen dünyanınkine eşittir.
Dolayısıyla hem basınç açısından, hem de diğer nedenlerle Venüs'te de
metalik bir sıvı çekirdek kısmının oluşması kaçınılmazdır. Buna rağmen
Venüs'te de manyetik alan yoktur. Bunun sebebi Venüs'ün Dünya'ya göre
oldukça yavaş dönmesidir. Dünya kendi etrafındaki turunu 1 günde
tamamlarken Venüs bir turu 243 günde tamamlıyor.
Dünyanın "korunmuş tavan"ını oluşturan manyetik alanın var olması için,
Ay'ın ve komşu gezegenlerin büyüklükleri ve dünyaya uzaklıkları da
önemlidir. Komşu gezegenlerden birinin şimdikinden büyük olması, o
gezegene büyük bir çekim kuvveti kazandıracaktı. Komşu gezegenin sahip
olacağı bu büyük çekim kuvveti, dünyanın çekirdeğindeki katı ve sıvı
kısımlardaki hareket hızını değiştirecek, bugünkü şekilde bir manyetik
alanın oluşmasına engel olacaktı.
Kısacası dünya göğünün "korunmuş tavan" özelliğine sahip olması,
dünyanın çekirdeğinin yapısı, dönüş hızı, gezegenler arası uzaklık ve
gezegenlerin kütleleri gibi pek çok değişkenin en uygun noktada
birleşmesini gerektirmektedir.
| |
| | | Admin Admin
Mesaj Sayısı : 309 Yaş : 38 Nerden : eskişehir İş/Hobiler : müzik Lakap : DJ_TNT Rep Puanı : 240368 Kayıt tarihi : 13/11/08
| Konu: Geri: Kuran Ve Bilim Hakkinda... Paz Haz. 14, 2009 2:24 am | |
| YAĞMURUN OLUŞUMU
Yağmurların oluşması için gerekli evrelerin neler olduğu ancak 1935’te
hava radarlarının keşfiyle ortaya çıkarıldı. Buna göre yağmur 3 evreden
geçerek oluşuyordu: Birincisi rüzgarın oluşması, ikincisi bulutların
meydana gelmesi, üçüncüsü yağmur damlacıklarının ortaya çıkışı.
Kuran'da yağmurun oluşması ile ilgili olarak aktarılanlar da, sözkonusu bilimsel bulgularla büyük bir paralellik gösteriyor:
"Allah rüzgarları gönderir (1. evre), böylece bir bulut kaldırır da onu
nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar (2. evre);
nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün (3. evre).
Sonunda kendi kullarından dilediğine verince hemen sevince
kapılıverirler. " (Rum Suresi, 48)
BİRİNCİ EVRE: "Allah rüzgarları gönderir..."
Okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan sayısız hava kabarcığı sürekli
patlamakta ve su damlacıkları sürekli gökyüzüne fırlamaktadır. Bu tuzca
zengin damlacıklar daha sonra rüzgarlarla taşınır ve atmosferde yukarı
doğru yol alırlar. Aerosol adı verilen bu küçük parçacıklar, su tuzağı
işlevi görür ve yine denizlerden yükselen su buharını kendi
çevrelerinde minik damlalar halinde toplayarak bulut damlalarını oluştururlar.
İKİNCİ EVRE: "...böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar..."
Tuz kristallerinin ya da havadaki toz zerreciklerinin etrafında
yoğunlaşan su buharı sayesinde bulutlar oluşur. Bu bulutlar
içerisindeki su damlacıkları çok küçük olduklarından (0.01 ila 0.02 mm
çapında) havada asılı kalırlar ve göğe yayılırlar. Böylece gök
bulutlarla kaplanır.
ÜÇÜNCÜ EVRE: "...nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün."
Tuz kristallerinin veya toz zerreciklerinin etrafında bir araya gelen
su parçacıkları iyice yoğunlaşır yağmur damlalarını oluştururlar.
Böylece havadan daha ağır bir konuma gelen damlalar buluttan ayrılır ve
yağmur şeklinde düşmeye başlarlar.
YAĞMURUN TATLI KILINMASI
Kuran, yağmurun "tatlı" oluşuna da dikkatimizi çekmektedir:
"Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan
indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık onu
tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez mi?" (Vakıa Suresi, 68-70)
"... Size tatlı bir su içirmedik mi?" (Mürselat Suresi, 27)
"Sizin için gökten su indiren O’dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız. " (Nahl Suresi, 10)
Bilindiği gibi, yağmur suyunun kaynağı buharlaşmadır ve buharlaşmanın
%97’si "tuzlu" okyanuslardan olmaktadır. Oysa yağmur tuzsuzdur.
Yağmurun tatlı olmasının sebebi Allah'ın koyduğu başka bir kanundur. Bu
kanuna göre, su, ister tuzlu denizlerden, ister mineralli göllerden, ya
da çamurların içinden buharlaşsın yanında başka hiçbir yabancı madde
taşımaz. "Biz, gökten tertemiz su indirdik..." (Furkan Suresi, 48)
hükmü gereği, duru ve tertemiz bir biçimde yere iner.
BAL MUCİZESİ
Allah'ın küçücük bir hayvan aracılığıyla insanlara sunduğu balın ne denli büyük bir besin kaynağı olduğunu biliyor musunuz?
Bal, fruktoz ve glukoz gibi şekerlerin yanısıra magnezyum, potasyum,
kalsiyum, sodyum klorür, kükürt, demir ve fosfor gibi minerallere
sahiptir. Nektar ve polen kaynaklarının niteliklerine göre değişmekle
birlikte, balda B1, B2, C, B6, B5 ve B3 vitaminleri bulunmaktadır.
Ayrıca bakır, iyot, demir ve çinko da az miktarlarda bulunur. Balın
içeriğinde bunların dışında bazı hormonlar da vardır.
Bal, Kuran ayetinde vurgulandığı gibi, "insanlara şifa" olma özelliği
taşımaktadır. 20-26 Eylül'den Çin'de yapılan Dünya Arıcılık
Kongresi'nde bilim adamlarının bal hakkındaki yorumları da bunu
doğruluyor: "Kongre'de, arı ürünleri ile tedavi konusu ağırlık kazandı.
Özellikle ABD'li bilimadamları bal, arı sütü, polen ve arı reçinasının
(propolis) birçok hastalığı tedavi ettiğini bildirdiler. Romanyalı bir
doktor balı katarakt hastaları üzerinde denediğini ve 2094 hastadan
2002'sinin (% 95) bal sayesinde tam olarak iyileştiğini açıkladı.
Polonyalı doktorlar ise arı reçinasının hemoroid, deri hastalıkları,
kadın hastalıkları gibi birçok hastalığa iyi geldiğini tespit
ettiklerini bildirdiler Bilimde en ön sıraları alan ülkelerde arıcılık ve arı ürünleri artık
başlıbaşına bir araştırma dalı durumunda. Balın diğer yararları ise şöyle sıralanabilir:
Kolayca sindirilir: İçindeki şekerlerin bir başka cins şekere
(fruktozun glikoza) dönüşebilme özelliği sayesinde bal, yüksek miktarda
asit içermesine rağmen en hassas mideler tarafından bile kolaylıkla
sindirilir. Aynı zamanda bağırsakların ve böbreklerin daha iyi
çalışmasına yardımcı olur.
Düşük kalorilidir: Balın bir diğer özelliği de, aynı oranda şekerle
karşılaştırıldığında oldukça tatlı olmasına rağmen, vücuda yaklaşık %
40 oranında daha az kalori sağlamasıdır. Vücuda yoğun enerji vermesine
rağmen, kilo yapmaması balı üstün nitelikli bir besin kaynağı yapmaya yeter.
Süratle kana karışır: Bal ılık suyla karıştırıldığında 7 dakika içinde
kana karışır. İçerdiği serbest şekerlerden dolayı beynin çalışması kolaylaşır...
Kan yapımına destek olur: Bal, kan yapımı için vücudun gereksinim
duyduğu enerjinin önemli bir bölümünü karşılar. Ayrıca kanın
temizlenmesine de yardımcı olur. Kan dolaşımını hem düzenleyici, hem de
kolaylaştırıcı yönde etkisi vardır. Damar sertliğine karşı önemli bir koruyucudur.
İçinde bakteri barınamaz: Balın bakteri barınmasına olanak tanımayan
özelliği "inhibine etki" olarak adlandırılır. Yapılan deneyler
sulandırılmış balın bakteri öldürücü özelliğinin saf bala göre iki kat
arttığını göstermiştir. İşin ilginci, arı kolonisine yeni dahil olacak
kurtçukların, kendilerine bakmakla görevli arılarca—sulandırılmış balın
bu özelliğini bilirmişcesine—sulandırılmış balla beslenmesidir.
Arı Sütü: Arı sütü, kovandaki işçi arıların ürettiği bir maddedir. Çok
besleyici olan arı sütünde şeker, protein, yağ ve birçok vitamin
bulunur. Vücudun kuvvetsiz düştüğü durumlarda ve doku yaşlanmalarından
ileri gelen bozukluklarda kullanılır.
Arıların ihtiyaçlarından çok fazla ürettikleri balı, insanlar için ve insanlara uygun olarak yaptıkları açıktır.
En son Haso_dead tarafından Paz Haz. 14, 2009 2:52 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Admin Admin
Mesaj Sayısı : 309 Yaş : 38 Nerden : eskişehir İş/Hobiler : müzik Lakap : DJ_TNT Rep Puanı : 240368 Kayıt tarihi : 13/11/08
| Konu: Geri: Kuran Ve Bilim Hakkinda... Paz Haz. 14, 2009 2:25 am | |
| İNSANIN YARATILIŞI
Eğer insan, aklını kullanıp "ben nasıl var oldum?" sorusuna samimi bir
cevap bulmaya çalışmazsa, genellikle "nasıl oldumsa oldum!..." gibi bir
mantığa kapılacaktır. Bu mantığa kapılınca da zaten, ona bu tür konular
üzerinde bir daha düşünmeye pek zaman bırakmayacak bir hayat tarzını benimseyecektir.
Oysa akıl sahibi insana düşen, nasıl var olduğu üzerinde düşünmek ve
hayatın anlamını buna göre belirlemektir. Bunu yaparken de, kimilerinin
yaptığı gibi, varacağı sonucun "meğer ben yaratılmışım" şeklinde
çıkmasından korkmamalıdır. Çünkü sözünü ettiğimiz kimileri, kendilerini bir Yaratıcı'ya karşı sorumlu hissetmek istemezler. Yaratılmış
olduklarını kabul ettiklerinde, hayat tarzlarını veya bağlı oldukları
ideolojilerini terketmek zorunda kalmaktan çekinirler. Ya da
kendilerini yaratana boyun eğecek olmaktan kaçarlar. Bu psikolojiyi
taşıyanlar, Kuran'ın deyimiyle "vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve
büyüklenme dolayısıyla" (Neml Suresi, 14) Allah'ı inkar edenlerdir.
Varlığını "zulüm ve büyüklenme"ye kapılmadan akıl ve vicdan ölçüsünde
değerlendiren insan ise, kendinde Allah'ın yaratışından başka birşey
görmeyecektir. Varlığının, kendisinin yaratmadığı ve kontrol edemediği
binlerce karmaşık sistemin uyumuna bağlanmış olduğunu farkedecektir.
"Yapılmış" olduğunu kavrayacak ve Yaratıcı'sını tanıyıp O'nun kendisini
hangi amaca yönelik olarak "yaptığını" anlamaya yönelecektir.
İnsan "yapılmış" olduğunu izlerken, ona rehberlik eden bir kaynak
vardır: Kuran. Bu kitap, onu yaratan tarafından ona ve diğer insanlara indirilmiş bir "yol göstericidir".
Yaratılış olayının aynen Kuran'da tarif edildiği gibi gerçekleşmiş olması da, akıl sahibi insana önemli mesajlar vermektedir.
İlerki sayfalarda, akıl ve vicdan sahiplerine nasıl "yaratıldıklarını"
ve bu yaratılışın içindeki muhteşemliği gösteren bilgilere yerverilmiştir.
İnsanın yaratılışının öyküsü, birbirinden çok uzak iki ayrı yerde
başlar. İnsan, kadın ve erkek bedeninde birbirinden tümüyle bağımsız
olarak oluşan, ama birbiriyle tümüyle uyumlu olan iki ayrı özün
birleşmesiyle hayata adım atar. Erkek bedeninde oluşan spermin erkeğin
isteği ya da kontrolü ile oluşmadığı ortadadır, aynı kadın bedeninde
oluşan yumurtanın kadının isteği ya da kontrolü ile oluşmadığı gibi.
Onların bu olaylardan haberi bile yoktur.
Aslında, çok açıktır ki, erkekten gelen öz de, kadından gelen öz de,
birbirlerine uyumlu olarak yaratılmışlardır. Bu iki özün yaratılışı da,
birleşmeleri de, gelişip insan haline dönüşmeleri de gerçekte büyük birer mucizedir.
TESTİS VE SPERMLER
Yeni bir insan yaratılmasının ilk basamağı olacak spermler erkek
vücudunun 'dışında' üretilir. Bunun sebebi üretimin ancak vücut
ısısının yaklaşık 2 derece altında gerçekleşebilmesidir. Bu ısının
sabitlenmesi için bir de testis üstüne yerleştirilmiş özel deri
çalışır. Bunun fonksiyonu soğukta büzüşerek, sıcakta ise terleyerek
gerekli olan ısıyı sabit tutmaktır. Acaba bu hassas dengeyi erkeğin
kendisi mi "ayarlayıp" düzenlemektedir? Tabi ki hayır. Erkeğin bundan
haberi bile yoktur. Yaratılışı reddetmekte direnenler, bunun ancak
"insan vücudunun keşfedilmemiş bir fonksiyonu" olduğunu
söyleyebilirler. Bu "keşfedilmemiş fonksiyon" sözü ise "kuru bir
isimlendirme"den başka bir şey değildir.
Testislerde dakikada ortalama 1000 adet üretilen spermler erkekten
kadının yumurtalarına doğru yapacağı yolculuk için sanki oradaki ortamı
"biliyormuşcasına" özel bir dizayna sahiptir; baş, boyun ve kuyruktan
oluşur. Kuyruğu, spermin bir balık gibi ana rahminde ilerlemesini sağlayacaktır.
Bebeğin genetik şifresinin bir bölümünü barındıracak olan baş kısmı ise
özel bir koruyucu zırhla kaplanmıştır. Bu zırhın faydası anne rahminin
girişinde farkedilir: Buradaki ortam son derece asidiktir. Spermin, bu
asidin varlığını bilen "birisi" tarafından koruyucu zırhla kaplandığı
ise son derece açıktır. (Bu asidik ortamın da nedeni ise annenin mikroplardan korunmasıdır.)
Erkekten rahme atılan sadece milyonlarca sperm değildir. Meni
birbirinden farklı sıvıların karışımından oluşur. Kuran, bu gerçeği şöyle vurguluyor:
"Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey
değilken, uzun zamanlardan bir süre gelip-geçti. Şüphesiz biz insanı,
karmaşık olan bir damla sudan yarattık..." (İnsan Suresi, 1-2)
Meni içindeki bu sıvılar spermlerin gerek duyduğu enerjiyi karşılayacak
olan şekeri içerir. Ayrıca baz özelliğiyle ana rahminin girişindeki
asitleri nötralize etmek, spermin hareket edeceği kaygan ortamı
sağlamak gibi görevleri vardır. (Burada da yine iki ayrı ve bağımsız
varlığın birbirine uygun olarak yaratıldığını görüyoruz.) Spermler
yumurtaya varana kadar annenin vücudunda zorlu bir yolculuk geçirir.
Kendilerini ne kadar savunurlarsa savunsunlar, 200-300 milyon spermden
yumurtaya ulaşanların sayısı bini pek aşamaz.
YUMURTA
Sperm yumurtaya uygun olarak düzenlenirken, çok ayrı ve farklı bir
ortamda da yumurta hayata tohum olmaya hazır hale getirilmektedir...
Kadının haberi bile yokken, yumurtalıklarda oluşan bir yumurta önce
karın boşluğuna bırakılır ve hemen sonra ana rahminin fallop tüpü denen
uzantılarının ucunda yer alan kollar sayesinde yakalanır. Ardından
yumurta fallop tüpünün iç yüzeyindeki tüylerin hareketiyle ilerlemeye
başlar. Büyüklüğü ise bir tuz tanesinin ancak yarısı kadardır. (sağda)
Yumurta-sperm buluşmasının yeri fallop tüpüdür. Burada yumurta özel bir
sıvı salgılamaya başlar. İşte bu sıvı sayesinde spermler yumurtanın
yerini bulurlar. (Dikkat edelim: Yumurta "salgılamaya başlar" derken
bir insandan ya da gelişmiş bir bilgisayardan söz etmiyoruz. Bu ufacık
protein yığınının, "kendi kendine" böyle bir şeye "karar vermesi", daha
da ötesi spermi kendine çekecek bir kimyasal bileşim "hazırlayıp"
salgılaması inanılır şey midir?)
Özetle, vücudun üreme sistemi özellikle yumurtayla spermi buluşturacak
şekilde hazırlanmıştır. Ve kadın üreme sistemi spermlere, spermler de
kadın vücudundaki ortama uygun olarak yaratılmıştır.
En son Haso_dead tarafından Paz Haz. 14, 2009 2:44 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Admin Admin
Mesaj Sayısı : 309 Yaş : 38 Nerden : eskişehir İş/Hobiler : müzik Lakap : DJ_TNT Rep Puanı : 240368 Kayıt tarihi : 13/11/08
| Konu: Geri: Kuran Ve Bilim Hakkinda... Paz Haz. 14, 2009 2:26 am | |
| SPERM VE YUMURTA BULUŞMASI Yumurtayı dölleyecek sperm yumurtaya yaklaştığında, yine yumurtanınsalgılamaya "karar verdiği" (!) ve sperm için özel olarak hazırlanmışbir sıvı, spermin koruyucu zırhını eritir. Bunun sonucunda da bu kezspermin ucunda olan ve yine özel olarak yumurta için hazırlanmışbulunan eritici enzim kesecikleri açığa çıkar. Sperm yumurtayaulaştığında bu enzimler yumurtanın zarını delerek spermin içerigirmesini sağlar. Yumurtanın etrafını kuşatan spermler içeri girmekiçin büyük bir yarışa başlarlar. Ancak yumurtayı genelde tek bir sperm döller. Kuran'ın bu aşamada söyledikleri de hayli dikkat çekicidir. Kuran,insanın sıvının yani meninin özünden meydana getirildiğini söylüyor: "(Allah) sonra insanın neslini bir özden, değersiz bir sıvının özünden meydana getirdi." (Secde Suresi, Ayetin bildirdiği gibi, yumurtayı spermleri taşıyan sıvının kendisideğil, içinde taşıdığı tek bir sperm, hatta onun da "özü" olankromozomlar döllemektedir. Tek bir spermi içeri alan yumurtaya artık bir başka spermin girmesimümkün değildir. Bunun sebebi yumurtanın etrafında bir elektriksel alanbulunmasıdır. Yumurta çevresi (-) elektrik yüklüdür ve ilk spermyumurtaya girer girmez bu potansiyel (+) olur. Böylece dışarıdakispermlerle aynı elektrik yükünü taşıyan yumurta, bu kez onları itmeye başlar. Yani birbirinden ayrı ve bağımsız olarak oluşan iki özün elektriksel yükleri de birbirleriyle uyum içindedir. Sonunda spermdeki erkeğin DNA'sıyla kadının DNA'sı birleşir. Artıkannenin karnında yabancı, yeni bir hücre (zigot), yeni bir insanın ilk tohumu vardır.ZİGOTUN RAHİME YAPIŞMASI Yumurtanın döl yatağına yerleşebilmesi pürtüklü özelliğininsayesindedir. Bu pürtükler, yumurtanın gerçek uzantıları olup, toprağayerleşen kökler gibi, organın derinliklerine doğru dalar. Böylece zigotkendisinin gelişimi için annenin vücudunda salgılanan hormonlardanyararlanabilir. Ancak modern çağda bulunan bu gerçeği, Kuran şöyle bildiriyor: "Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı bir alak'tan (asılıp tutunanşeyden) yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir." (Alak Suresi,1-3) "İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? Kendisi,akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak oldu, derken(Allah, onu) yarattı ve bir 'düzen içinde biçim verdi.' Böylece ondan,erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı." (Kıyamet Suresi,36-39) Döl yatağına tam anlamıyla tutunmuş olan zigot gelişmeye başlar. Oluşanyeni insanı anneye bağlayan yer, plasenta denilen tek taraflı bir süzgeçtir. Plasentanın en önemli özelliği anne karnında bebeğingelişmesi için gerekli olan maddeleri "seçerek" bebeğe sunmasıdır. Bunlardan ayrı olarak, bebeğin içinde büyüdüğü amnion sıvısının dikkatiçeken en önemli özelliği, dışarıdan gelecek darbelere karşı bebeğingüvenliğini sağlamasıdır. Kuran, bu konuda şöyle diyor: "Sizi basbayağı bir sudan yarattık. Sonra onu savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik." (Mürselat Suresi, 20-21) ÜÇ KARANLIK BÖLGE Çocuğun döllenmeden itibaren gelişimi üç bölge içinde olmaktadır. Bu üç bölge: 1. Fallop borusundaki bölge; bu bölge spermle yumurtanın birleştiği ve yumurtalığın rahime bağlı olduğu bölümdür. 2. Ceninin tutunarak gelişmeye başladığı rahim duvarının içindeki bölme. 3. Ceninin özel bir sıvı dolu kese içerisinde gelişmeyi sürdürdüğü bölge. Kuran-ı Kerim konuyla ilgili olarak şöyle demektedir: "....Sizi annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, biryaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır.İşte Rabbiniz olan Allah budur, mülk O'nundur. O'ndan başka ilahyoktur. Buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz?" (Zümer Suresi, 6) Bu arada, zaman geçtikçe, başlangıçta jelatini andıran ceninde büyükbir değişim görülür. İlk baştaki o yumuşak yapının içinde vücudun dikdurmasını sağlayacak sert kemikler oluşmaya başlar. Hem de her kemikyerli yerinde! Diğer bir deyişle başlangıçta aynı yapıya sahip olanhücreler farklılaşarak, kimi ışığa karşı hassas göz hücrelerini, kimisıcağı, soğuğu ya da acıyı algılayan sinir hücrelerini veya sestitreşimlerini hissedecek hücreleri oluşturur. Bu ayrışıma hücreler mi karar vermektedir? Kendi kendilerine, insangözünü ya da kalbini oluşturmaya karar verip, bu akılalmaz işi onlar mıbaşarmaktadır? Yoksa onlar bu işe uygun olarak mı yaratılmışlardır?Akıl ve vicdan ikinci seçeneği kabul edecektir. Bütün bu anlatılan işlemlerin sonunda, bebek annesinin karnındakigelişimini tamamlamış ve dünyaya gelmiştir. Bu haliyle anne karnındakihalinden 100 milyon kat büyük, 6 milyar kat da ağırdır... Burada anlatılanlar, başka herhangi bir canlının değil, bizim hayatabaşlangıç öykümüz. İnsan için, böylesine karmaşık, olağanüstü birolayın kimin eseri olduğunu bulmaktan daha önemli ne olabilir? Bütün bu karmaşık işlemlerin "kendi kendine" oluştuğunu düşünmekakıldışıdır. Hücreler nasıl "karar verip" insan organlarınıoluşturabilirler? Zaten ateist "bilim adamları" da olayı -ne demekse-"doğa mucizesi" olarak tanımlıyorlar... Elbette anlatılan olayların hepsini Allah yaratmaktadır. Hem de heranını, her saniyesini ve her aşamasını. Bu ise yaratışın önemli bir sırrıdır."Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi(rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler miyaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz?" (Vakıa Suresi,57-59) Bu gerçeği, bir başka Kuran ayeti şöyle bildirmektedir:"O’nun bilgisi olmaksızın, hiç bir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da.Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlakabir kitapta (yazılı)dır. Gerçekten bu, Allah’a göre kolaydır." (Fatır Suresi, 11) "Akıtılan bir meniden" insana dönüşen vücudumuz milyonlarca hassasdenge içerir. Biz farkında olmasak da, vücudumuzda yaşamamızı sağlayanson derece karmaşık ve hassas sistemler vardır. Tüm bu sistemler,insanın, kendisinin "yapıldığını" anlaması için, onun tek sahibi,Yaratıcısı ve Rabbi olan Allah tarafından kurulmuş ve işletilmektedir. "İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? Kendisi,akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak oldu, derken(Allah, onu) yarattı ve bir 'düzen içinde biçim verdi.' Böylece ondan,erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı. (Öyleyse Allah,) Ölüleridiriltmeye güç yetiren değil midir?" (Kıyamet Suresi, 36-40) İnsan Allah’ın yarattığı bir varlıktır. Yaratıldığına göre, üsttekiayetin vurguladığı gibi, "kendi başına ve sorumsuz" bırakılacakdeğildir..."Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok.Gerçekten sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."(Bakara Suresi, 32) | |
| | | | Kuran Ve Bilim Hakkinda... | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |